20. BÖLÜM

428K 10.3K 995
                                    

Eylül, öne doğru birkaç adım atsa da Emre'nin yanına gidemedi. "Ne oldu??" diye sordu titreyen sesine engel olamazken.

Emre elindeki telefonu bırakmadan oturduğu yerden kalkıp öfkeden çarpılmış bir yüzle Eylül'e doğru yürümeye başladı. Adeta patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Sevdiği kadının karşısında durduğunda, "Ne mi oldu?" diye hırladı. "Ne olduğunu söyleyeyim mi?" Bakışlarını telefona çevirdi ve mesajı yeniden okumaya başladı.

"Eylül, lütfen mesajlarıma cevap ver artık. Yaşadığımız güzel anların hatırına bana bir şans daha tanı. Seni o kadar çok özledim ki..."

Duyduğu her cümleyle Eylül'ün yüzü renkten renge giriyordu. Emre ise okudukça daha da öfkeleniyor, arada gözünü telefondan ayırıp karşısındaki kıza kötü kötü bakmayı ihmal etmiyordu. "İşte bu oldu!" dedi okuması bittiğinde.

Eylül ne diyeceğini bilemiyordu. O kadar çaresizdi ki...

Emre, içini kemiren kıskançlık duygusuyla kendisine zorlukla hakim oluyordu. Olabildiğince sakin olmaya çalışarak konuşmaya devam etti.

"Ne gibi güzel anlar yaşadıysanız artık bu herif senden hala vazgeçemiyor ve anladığım kadarıyla sana mesaj atmaya ve aramaya devam ediyor!"

Eylül, Emre'nin sarsıcı sözlerini duyunca darmadağın olsa da durumunu belli etmemeye çalıştı. "Lütfen açıklamama izin ver," dedi öne doğru bir adım atarak. "Ben defalarca..."

Emre hiçbir şey duymak istemediğini ima eder bir şekilde elini havaya kaldırdı. "Sakın Eylül! Sakın tek kelime dahi etme! İnan bana kalbini çok kötü kırarım!" Lafını bitirdikten sonra koltuğun kenarında duran ceketini aldığı gibi kapıya doğru yürümeye başladı.

Eylül "Nereye gidiyorsun?" diye seslendi kararlı bir şekilde yürüyen adamın arkasından. Emre'nin kolunu tutarak onu kendine doğru çevirdi. "Lütfen böyle gitme," dedi titrek bir sesle. Fakat ne yaparsa yapsın Emre'yi durduramayacağının farkındaydı. Nitekim tahmin ettiği gibi oldu. Sevdiği adam kolunu çektikten sonra kapıyı açtı ve öylece çıkıp gitti.

Kapıyı kapattığında Eylül'ün boğazında kocaman, rahatsız edici bir yumru vardı. Ağır ağır yürüyüp salona girdi ve koltuğa çöktü. Gözyaşları yanaklarına süzülmeye başlarken her şeyin berbat olduğunu düşünüyordu. Oysa akşam ne kadar da güzel başlamıştı. Neşe içerisinde oturup yemeklerini yiyecekler, güzel vakit geçireceklerdi. Ama şimdi her şey mahvolmuştu ve içten içe suçluluk içerisinde kıvranıyordu.

Hakan'ın mesajını hatırlayınca yüzü öfkeyle kasıldı. Bu, Hakan'ın ikinci kez ortalığı karıştırması oluyordu. Yarın işten çıktıktan sonra ilk işi Hakan'la yüz yüze görüşmek ve ona son kez haddini bildirmek olacaktı.

Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra başını çevirip yemek masasına baktı. Büyük bir hevesle Emre'ye yemek hazırlarken akşamın bu şekilde sonlanabileceğini hiç tahmin etmemişti. Yüreğindeki ağırlık daha da artarken sıkıntıyla iç geçirdi. Emre'nin gözlerinde gördükleri aklına geldikçe canı acıyordu.

Bir an sonra koltuğun üzerinde duran telefonu hışımla aldı ve Hakan'ın mesajına cevap yazmaya başladı.

"Ben sana defalarca benden uzak durmanı, benimle iletişime geçmemeni söylemedim mi Allahın belası!" Eylül'ün parmakları ekranın üzerinde yıldırım hızıyla hareket ediyor, tüm hırsını kelimelerden çıkarıyordu. Yazdıkça yazdı, içini iyice boşalttı. Ardından da telefonu öfkeyle bırakıp kendini sırt üstü koltuğa bıraktı. Öfke, pişmanlık, hüzün, hayal kırıklığı... Hepsi birbirine karışmıştı. Gözyaşları usul usul süzülürken, "Lanet olsun!" diye söylendi.

Aşkın Dayanılmaz ÇekiciliğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin