"En büyük dağı görüyor musun? Orada çok büyük bir kayalık var. O kayalığın içinde ise bir mağara. İşte o mağarada bir insan bedeni kalınlığında upuzun bir yılan varmış. Bu yılan mağarada uyuyormuş, eğer adını üç kere üst üste söylersen uykusundan uy...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Aydilge sonunda güç salonunun önüne gelmişti...
Kasılmış alnında beliren iki çizginin önüne geçmiş kaşlarının altında kibirle ışıldıyordu gözleri. Başı dik, burnu kalkık, omuzlarını düşürmeme çabasında, vücudu gergin ve ellerinde som altın hilalin ağırlığını unutma gayreti içerisindeydi. Kendi boyunun neredeyse iki katı uzunluğunda ve irice bir fili aratmayan cüssede bütünleşmiş timsaha benzeyen iki nöbetçi, pek fazla zorlanmadan her biri birer kanadını iterek kapattı kapıyı.
Kapı kapandıktan sonra bu kez yalnız beklemek zorunda kalan ve içeriye girmesinde sakınca bulunan Adal, geri çıkıp nöbetçilerin tam ortasında huzursuzca kıvrılarak süründü. Sürünmekten vazgeçince yan duvarlara oyulmuş, üst kısmına meşale asılı girintinin dibine çöreklendi.
Aydilge arkasından kapanan kapının gürültüsü ile hafifçe titredi ve yere düşürmediği kibrini, ruhuna dolayıp iki adım ilerledi. Hilali yere bir kenara bıraktı. Ellerini havaya kaldırıp gözlerini yumduktan sonra mırıldanmaya başladı. Ağır ağır ilerledi, attığı her adımda; sağında ve solunda büyükçe seramik çanaklar içinden beyaz alevler harlandı. Bulunduğu uzun koridor, ikişer metre aralıklarla yerleştirilmiş çanaklardan yükselen alevler ile göz kamaştırıcı derecede aydınlandı. Beyazın hakimiyetinde kaybolan koridor sınırları ışıktan bir tünelde imiş izlenimi uyandırdı. Aydilge ritmik adımlarını sonlandırdığında tüm ihtişamı ile güç salonuna ulaşmıştı.
Salon genişliği, yaklaşık olarak saray zemininin yarısını kapsıyordu. Kusursuz yuvarlak biçimli sınırı ve kubbeye benzemesi için bombeli tavanı ile Aydilge'nin hizmetindeydi. Heyecanını bastırmakta zorlanmayan Aydilge, geride bıraktığı aydınlıktan bir an evvel salonunda nasibini almasını arzuluyordu.
Bulunduğu yerden kıpırdamadan, dudak oynatıp yeniden efsununu mırıldanmaya başlarken ellerini kaldırdı. Tıpkı koridordaki gibi salonun yuvarlak sınırı da eşit aralıklarla dizili çanaklardan tek tek alevlerini püskürttü Aydilge'den beslenerek. Zemin döşemesinde kullanılan rengarenk mozaik süslemeler, yansıyan alevler ile ışık cümbüşü oluşturdu.
Yuvarlak salonun merkezinde; dört ayağı yılan figürlü mermer sütunlar üzerine kurulu cam bir konsol bulunuyordu. Konsolun önünde yarım daire biçimi verilerek hem konsola hemde birbirlerine eşit uzaklıkta konuşlanmış taş masalar üzerinde altı tane camdan tabutu andıran kafesler diziliydi. İçlerinde de...
Aydilge her şeyin tastamam olduğunu gözleri ile kontrol edip geriye döndü. Koridorun girişinde bıraktığı hilali, geri dönüp saygı damlayan gözlerinin hapsinde eline aldı. Ayaklarını mozaikler üzerinde şevkle kaydırarak yürüttü. Konsolun önünden geçerek arkaya kendi yerine geldi ve hilali tam ortaya bıraktı. Birisi boş olan cam tabutları tek tek süzdü. Boş olan hariç diğerlerinin içinde; çırpınışları ile nafile mücadele eden beş şahın bedenini keyifle izledi. Serpin'i kullanmayacağı sözünü vermişti bir kere Debur'a. Verdiği sözden ziyade Serpin'in hiç gücünün kalmamış olmasıydı tabutlardan birinin boş olma sebebi. Zavallı şahın diğerlerinden önce tükenmesi ise yine Aydilge'nin hırsı yüzündendi. Üst üste bir kaç seramonide yalnızca Serpin'den istifade etmiş ve sonunda hata yaptığını anlayıp belirli bir sıralama getirmişti.