On Sekiz

5.2K 493 122
                                    

Da Eun diğer kızlarla yurda yerleştiğinden beri yalnız yaşadığım evimde Park Jimin tarafından asla yalnız bırakılmıyordum çünkü resmi bir depresyon durumundaydı. Davetteki geceden beri mutlaka birkaç saat buraya uğruyordu. Çoğu zaman geldiğinde kendini çalışmalarda harap etmiş, bitik bir vaziyette oluyordu. Çok konuştuğunu söyleyemezdim. Arada ağzından alabildiğim birkaç laf sonucu geceleri uyuyamadığını söylemişti.

Benim işten çıkmamdan yaklaşık bir saat sonra geliyor, kanepeye kıvrılıp uyuyordu. Ona neden gidip yurdunda uyumadığını sorduğumda net bir cevap alamamıştım. Sadece uyuyamadığını mırıldanıyordu. Yorgun düştüğünün farkındaydım, tek yaptığı şey çalışmaktı. Uykusunun aralarında ona zorla yedirdiğim birkaç lokma dışında pek bir şey yediğini de sanmıyordum. Gözlerinin altına siyah halkalar oturmuştu ama kalın makyaj katmanının altında her zaman belli olmuyordu.

O kadının kim olduğunu veya o gece ne konuştuklarını hala öğrenememiştim. Aslında gidip Areum'a sorsam öğrenebileceğim kadar kolay bir cevaptı ama duyacaklarımdan korkuyordum. İçten içe onun anlatmasını istiyordum. Aramızdaki samimiyet onun deyişine göre bunu anlatabileceği kadar fazlaydı. Ama anlatmıyordu. Ben de hiç sormamıştım.

Bana sığınmıştı. Aslında ona kırgındım ama kucağımda ağlamaya başladığı an bununla savaşacak gücüm kalmamıştı. Sadece yanında duruyordum, yeniden toparlanabilmesi için, yeniden güzel gülüşünü görebilmek için yanında duruyordum. Güzel gülüşünü görmek ve Leylak deyişini duymak için.

Elimde meyve tabağıyla salona gittiğimde battaniyeye sarılmış televizyon izliyordu. Açıkçası onu uyumak dışında bir şey yaparken görmek beni sevindirmişti. Çabucak gidip yarı yatar pozisyonda oturduğu koltuğun diğer ucuna çöktüm.

"Ne izliyoruz?" dedim neşeyle. İlişkimiz bir anda tersine dönmüştü. Ben sürekli hareket ediyor, gülüyor ve onu neşelendirmeye çalışıyordum. O ise kişiliğine tamamen ters bir şekilde durgundu. Az konuşuyor, az gülüyordu.

"Haberleri."

"Vay canına. Çok heyecanlı." Bir avucuma kiraz doldurup ona uzattım.

"Hayır, teşekkürler."

"Al."

"Yemeyeceğim Da Hyeon." Donuk sesi kulaklarımı tırmaladı. Onu böyle bir anda tüketecek ne yaşanmış olabilirdi? Anlayamıyordum. Ama ben onun arkadaşı olarak buradaydım ve benim gözetimim altında aç bir Jimin olmayacaktı.

Boştaki elimle hızla ayak bileğini tutup kendime geçtim. Hazırlıksız yakalanmıştı. Başı bir anda boşluğa düştü. Şimdi koltukta sırt üstü uzanıyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedi. Yüzünde herhangi bir ifade değişimi görmemek canımı yakıyordu. Hızla zıplayıp bacaklarının üstüne oturdum.

"Aç ağzını," dedim elimdeki kirazı yüzüne yaklaştırarak.

"Çocuk musun?" Mutsuz bir Jimin gerçekten çekilmezdi. Yine de dayandım. O benim kötü günlerimde neşelenmem için elinden geleni yapmıştı.

"Ye." İş inada binmişti. Onun üzerine eğilmiş, elimdeki kirazı ağzına bastırıyordum. Ağzını sımsıkı kapayıp başını kirazdan uzaklaşmak için iki yana sallıyordu. Boştaki elimle çenesini yakaladım ve kafasını sabitlemeye, ağzını açmaya çalıştım. Neredeyse boğuşuyorduk. Kısa saçlarım önüme düşmüştü. Onu saçlarımın arkasından görebiliyordum. Ancak buruşturduğu suratını az çok seçebiliyordum.

Sonra birden debelenmeyi kesti. İnattan yüzündeki ellerimi çekmediğimden saçlarımın kafesinden kurtulamıyordum. Neden durduğunu, nasıl baktığını göremiyordum. Ancak yüzümde iki el hissettiğimde görüş alanım geri geldi. Saçlarımı nazikçe kulaklarımın arkasına attı ama elleri hala yüzümdeydi. Şaşırmıştım, uzun zamandır ondan böyle yakın bir karşılık alıyordum.

Dudaklarını araladığında konuşacağını düşünüp ağzına dayadığım kirazı çekmeye kalkıştım ancak o kafasını öne uzatıp elimdeki kirazı yakaladı. Dudakları kısacık bir an parmaklarıma sürtünmüştü. Elim uyuşur gibi oldu.

Ellerimi yavaşça yüzünden çektim ama onun yüzümdeki ellerinin uzaklaşmasını istemiyordum. Bu yüzden ellerimi kafasının iki yanına dayadım. Yüzlerimiz çok yakın değildi belki ama yine de tuhaf bir pozisyondaydık. Tüylerim bir anda diken diken oldu.

"Sana eziyet ediyorum değil mi tüm bunları yaparak?" Ağzında kiraz çekirdeğini çevirerek konuşuyordu. Sözleri ağzında geveliyor gibiydi ama ben anlamıştım. Kaşlarımı çattı tavrına. Neyden söz ediyordu?

"Bu da nereden çıktı şimdi?" Yanaklarımdaki ellerinin başparmaklarıyla yavaşça gözaltlarımı okşadı. Hareketi o kadar yavaştı ki ona ve hareketlerine böylesine odaklanmış olmasam hissedemezdim.

"Gözlerinin altı morarmış." Bu aralar benim de parlak günler geçirdiğim söylenemezdi. Da Eun'la ayrılmış olmak ve Jimin'i böyle yıkılmış görmek uykuya dalmamı zorlaştıran iki sebepti. İşte çok yoruluyordum. Bu aralar hayatımda huzurlu olduğum söylenemezdi.

"Sen kendine bak," dedim sırıtarak. Gülüşüme karşılık vermesini istiyordum. Yüzünün gülmesini, gözlerinin kısılmasını istiyordum. Ancak bana ifadesiz bir yüzle bakmayı sürdürüyordu. Güzel gözlerine dalıp gidiyordum. O gözlerin muzip ışıklar saçmasını istiyordum.

"Çok bencilim, değil mi?" dedi. Dudağının kenarı bir gülüş için hafifçe oynar gibi oldu ancak gözlerine ulaşmadı. "Bana kendimi iyi hissettirmek için çırpınmanı öyle izliyorum. Her geçen gün ne kadar yıprandığını görerek." Bana bakıyordu ama beni görmüyor gibiydi. Kendi kendine konuşmaya başlamıştı. "Buyum ben gerçekten. Bencilin tekiyim."

O kadar saçma konuşuyordu ki şaşkınlıktan ne diyeceğimi şaşırmıştım. Sadece kocaman açtığım gözlerimle ona bakıyordum. Abartıyordu. Neden böyle davranıyordu?

"Jimin-" Konuşmaya hazırlanırken bir anda yattığı yerden doğrulmuştu. Ona ayak uydurup kendimi hızlıca geriye atmıştım ama yüzlerimiz arasında mesafe bırakamamıştım. Yüzümdeki elleri belime inmişti.

Güzel yüzünü bu kadar yakınımda görmek canımı yakıyordu. Nefesi, kokusu tenimde değdiği yeri yakıyordu. Ağzındaki kiraz çekirdeğini bir kez daha çevirdiği gördüm. Dudaklarını yaladı. Küçük bir gülüş yakaladım yüzünde. Kalbim bir kuş gibi kafesinde çırpındı. Gözlerinden tanıdığım sıcacık Jimin'in kısa bir an geçtiğini gördüm.

Yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdığında nefesimin kesildiğini hissettim. Yanımdaydı. Yanındaydım. Dudaklarını yavaşça dudaklarımın çok yakınına ama yanağıma bastırdı. Nefesinin değdiği yerin şimdiden kızardığına emindim. Ona dair her şey bende iz bırakıyordu.

Yeniden göz göze geldiğimizde belli belirsiz gülüşü biraz daha gözlerine yaklaştı. Yine gözlerine değmemişti ama biraz olsun gülmesi bile benim için yeterliydi. Yeniden ortalıkta neşeyle zıplamaya başlaması çok sürmezdi.

Ancak gülüş geldiğinden çabuk yok olup gitmişti.

"Bir daha görüşmeyelim." Ben daha ne söylediğini algılayamadan beni belimden tutup bir oyuncak bebek gibi bacaklarının üzerinden kaldırdı ve koltuğa bıraktı. Yerdeki çantasını, koltuğun üzerindeki ceketini, sehpadaki telefonunu alması çok hızlı olmuştu. Kapıdan çıkıp giderken bir kez bile dönüp bana bakmamıştı. Dış kapının kapanma sesi geldiğinde hafifçe yerimden sıçradım. Eğer dönüp baksaydı gözlerimdeki hayal kırıklığını görürdü.

Son bir kez Leylak dememişti.

*

Tat kaçırıcı bir bölümdü ama tadınızı yerine getireceğini umduğum bir haberim var. Dayanamadım ve gittim TaeTae'nin ficini de saldım eheheheh

Sky Blue. Sevin onuu

Texting zaten çabuk çabuk akar gideriz diye düşünüyomm

rubra

Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin