Otuz Bir

5.5K 451 173
                                    

Açmayacaktı belli ki, kapatmalıydım. Kapatmalı ve telefonum bir okyanusa atma-

"Efendim?" Kulaklarımın aşina olduğu ama unutulmaya yüz tutmuş sesi duyduğumda kalbimin teklediğini hissettim. Ellerim biraz daha titredi. Sesi hiç değişmemişti. Bu kadar yıl geçmişti, herkes, her şey değişmişti ama onun sesi aynı kalmıştı. Derin bir nefes aldım.

"M-merhaba," dedim sesim titreyerek. Yüzümü buruşturmadan edemedim. Daha güçlü olmalıydım. Ancak kendime engel olamıyordum. Bu fikre alıştığımı düşünürken tekrar sesini duymak beni yıkmıştı. Gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Merhaba?" Sesi sorar gibi çıkmıştı. Tanıyamamıştı beni. Dudaklarım titredi. Nasıl tanıyacaktı ki? Yıllar önce bırakıp gittiği küçük kızı yoktu artık, yetişkin bir kadındı telefondaki.

"Benim," dedim sadece. Daha fazla açıklama yapmaya gücüm yoktu. Çoktan ağlamaya başlamıştım. Onu çok özlemiştim. Bir insan bir insanı nasıl bu kadar çok özleyebilirdi? Yıllardır kendi canımdan ayrı kalmış gibiydim. Şimdi biraz olsun yaklaşmak bile beni eritip tüketmişti.

"Da Hyeon?" Tereddütlü sesinin titrediğini duydum. Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı.

"Benim." Sesim bu kez daha boğuk çıkmıştı ama diyeceğimi demiştim. Anlamıştı işte ben olduğumu. Bir süre ikimiz de konuşmadan telefonda birbirimizin ağlayışlarını dinledik.

"Kızım," diye mırıldandığını duyuyordum belli belirsiz. "Canım." Hiçbirine cevap vermemiştim. Bir cevabı hak etmiyordu. Aslında bu telefonu da hak etmiyordu ancak içimdeki kalbi kırık çocuğa bunu borçluydum.

"Da Hyeon." Daha sakin ama hala titreyen bir sesle adımı andığında ben de sakinleşmek için derin bir nefes aldım.

"Efendim?"

"Seni çok özledim." Sonlara doğru cümlesi güçlü bir hıçkırıkla bölünmüştü. "Sizi çok özledim." Kalbimin parçalandığını hissettim. Onu yanımda istiyordum ama söyleyemeyecek kadar kırgındım. "Çok özür dilerim bebeğim."

Cevap vermedim ona ama dinliyordum, dinlemeden edemiyordum. Bunun hayaliyle geçen yıllardan sonra annemin sesinden güzel şeyler duymak tüm tersliklerin içinde küçük bir mola gibiydi.

"Da Eun, orada mı?" Sesi umutlu çıkmıştı, istemesem de yıkmak zorundaydım.

"Değil."

"Çok özür dilerim. Çok özür dilerim." Aynı cümleyi tekrarlarken gözyaşlarımı bastırmaya uğraşarak öylece onu dinledim.

"Bir şey demeyecek misin?" dedi. Mahcuptu, duyabiliyordum. Kendimi toparladım yavaşça. Kalbim hem daha ağır hem daha hafif gibiydi. Hem boşlukta süzülüyor gibiydim hem de sonunda kendime durulacak bir liman bulmuş gibi.

"Görüşelim," diyebildim sadece. Gözyaşlarının arasında gülümsediğini görür gibi oldum. Acaba yüzü nasıldı? Çok değişmiş miydi? Yaşlanmış mıydı? Kırışıklıklar var mıydı güzel yüzünde? Saçlarını boyuyor muydu? Kestirmiş miydi? Gülüşü, o hala aynı mıydı?

"Görüşelim bebeğim," dedi. "Hemen yarın görüşelim."

Kendimi asla hazır hissetmesem de annemle, bunu içimden bile söylemek hala garip hissettiriyordu, bir buluşma ayarlamıştım. Telefonu binbir sevgi sözüyle kapatmıştı, hiçbirine yanıt vermemiştim ama yanıt beklemediğini de biliyordum. Sadece bilmemi istiyordu, hala bizi sevdiğini.

Kapı çaldığında telefonu kapatalı uzun zaman geçmiş olmasına rağmen hala elimde tutarak siyah ekrana öylece baktığımı fark ettim. Büyük ihtimalle Areum dayanamamış, evden kaçıp gelmişti. Şu an gelen kim olursa olsun ona minnettardım. Yalnız kalmak istemediğim bir andaydım. Yüzümdeki yaşlar çoktan kurumuş olsa da istemsizce elimin tersiyle yüzümü sildim.

Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin