ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "KİŞİSEL ÖĞRETMEN"

9.4K 712 285
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Haftanın başında okulun başlamasıyla bir sapığın yeniden peşime takılması bir oldu. Makber yeniden tüm okulda beni izlemeye, duvar kenarlarından pis bakışlar atarak adeta kuyruğum gibi dolanmaya devam etti. Geçen haftadan pek farkı yok gibiydi fakat bunu, bir teneffüste ben matematik öğretmenin yanında ona bir soru sorarken, tüm koridorun ortasında "Hey Nam!"diye bağırarak ezdi geçti.

Bana adeta meydan okuyordu ve bu iş gitgide daha da sinirimi bozmaya başlamıştı. İnsanların dönüp bana bakması ve onun koridorun öbür ucundan kafasına test kitabını geçirmemi istetecek kadar sinir bozucu gülümsemesi az kalsın sinirden test kitabının sayfalarını yırtmama neden olacaktı.

Teneffüsten sonra sınıfa dönmüş ve titreyen ellerimi coğrafya dersiyle sakinleştirmiştim ama Makber'in bu saldırısı son değildi. Bir sonraki teneffüste sınıfa kadar gelip kapının eşiğinden kafasını uzattı, yeniden "Hey Nam!" diye bağırıp el salladı ve benim ateş saçan gözlerime rağmen gülümseyerek ortadan kayboldu. Üzerine bugün kedi kulakları olan bir hırka giymişti ama onu kafasına geçirmiş haliyle bile bana sevimli gelmiyordu. Bu yaptıklarıyla resmen sinsi bir yılan gibiydi, konforlu hayat çizgimi geçmeye ve beni sinirlendirmeye çalışıyordu. Üstelik bunu başarıyordu da!

Makber'in bu beni takip etme işi öğle arasına kadar sürdü. Zilin çalmasıyla kitaplarımı topladım ve cüzdanımı da alarak oturduğum sıramdan kalktım. Devekuşu da benimle aynı anda sırasından kalkıp ayağa dikildiğinde gözlerimiz kesişti. Uzun saçlarını örmüştü ve gözlüklerinin ardından utangaç bir şekilde bana bakıyordu. Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum, sıradan çıkıp sınıf kapısına doğru yürüdüğümde en arka sırada kaynatan bir gruptan başka kimsenin olmadığı sınıfta hafifçe "İyi öğlenler Namverân." dediğini duydum.

"Sana da," dediğimde nedensizce içimden bir his çok mutlu olduğunu söyledi.

Sınıftan çıkıp kantine doğru ilerlerken koridorda koşuşturan birkaç çocuk bana çarptı ve özür bile dilemeden koşuşturmaya devam ettiklerinde, "Nezaket yoksunları!" diye tıslamaktan geri kalmadım. Birisi bunu duymuş olacak ki duraksayıp arkasını döndü. Üstü başı kırışmış, pantolonunun paçalarına çamur bulaşmış oldukça serseri görünen birisiydi. Hafif çıkmış sakalları, kocaman kahverengi gözleri vardı.

"Pardon, duyamadım da, bir şey mi dedin?" İşaret parmağı ile kulağını ovaladı sanki bir şey kaçmış gibi.

Gözlerimi gözlerine diktim. O durunca diğer arkadaşları da durup bize doğru bakmaya başladı. "Evet. Eğer filtrenden beynine gitmiyorsa istiyorsan heceleyeyim? Dedim ki: ne-za-ket yok-sun-la-rı. Yazmamı da ister misin?"

Çocuk bunu beklemiyormuş gibi kaşlarını çattı, sonra da boynunu iki yana eğerek kütletti. "Sen ne düşük çenelisin öyle?"

"Bununla bir sorunun varsa neden GND 5296'ya gitmiyorsun?" Kaşlarımı kaldırmamla çocuğun suratını buruşturması bir oldu. "Ne olduğu hakkında bir fikrin yok değil mi?"

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin