Otuz Dört

5.4K 424 220
                                    

Kendimi kızlar tuvaletine attığımda acınası haldeydim. Makyajım akmasın diye ağlamamaya uğraşıyordum çünkü daha fazla rezil olmaya niyetim yoktu. Artık Bangtan karşısında küçük düşmeyi pek umursamıyordum, daha kötülerini görmüşlerdi. Ama ortamda yeni tanıştığım veya tanımadığım çok fazla insan vardı. Kendimi toparlamalıydım. Aynada kendime bakıp toparlanmaya çalışırken kapı açılmış ve yüksek sesli müzikle birlikte Da Eun girmişti. Dağılmış halde yanlarından ayrılmıştım, ölmemden falan endişelenmiş olmalıydı.

"İyi misin?" dedi yanıma gelirken. Sadece başımı salladım ve ellerimi yıkamak için lavaboya eğildim. Boynumdaki kolye lavabonun mermerlerine sürtündü. Kendimi bu kolyeyle boğmak istiyordum.

"Bu kadar mı seviyorsun onu?" Da Eun'la bu konuyu daha önce konuşmamıştık ama artık bunu görememek için kör, Hoseok ya da Jimin olmak gerekiyordu. Gözlerim tekrar dolarken bakışlarımı yukarı kaldırdım ve yeniden başımı salladım.

"Onu her gördüğünde daha çok mu canını yakıyor?" Bir damla süzüldü. Hızlıca sildim. Makyajım bozulamazdı. Başımı salladım. Bana yeni bir soru sormamıştı. Sessizce bana baktığını hissedebiliyordum. Yüzümü çabucak kurulayıp gözümün kenarını siyaha boyanan maskarayı temizledikten sonra ona döndüm. Göz göze geldiğimiz an konuştu.

"O zaman git." Duyduklarımı beynim işleyememişti.

"Ne?"

"Git dedim. Sana kızmayacağım. Burada eriyip gitmeni izleyecek kadar bencil değilim. Zaten gitmek istiyordun, biliyorum. Seni tutmayacağım." Kaşlarını çattı. "O şerefsiz dünyanın en tatlı insanına benziyordu." Öylece ona bakıyordum. Henüz bir tepki verememiştim. Birden parmağını şıklattığından yerimden sıçradım. Bir kulübün gereksiz lüks tuvaletinde biz ne konuşuyorduk? "Hah Almanya'daki o veleti benden fazla seversen seninle bozuşuruz haberin olsun. Senin hayatındaki en önemli baş belası benim." Yüksek ve umursamaz sesi kısılıp bakışları ıslanırken ona sarıldım. Makyajım umurumda bile değildi, hıçkıra hıçkıra ağladık.

Belli ki kızlar tuvaletinde terapi seansının ve yeterli miktarda alkolün çözemeyeceği bir sorun yoktu. Çıkıp pistin ortasında dans etmiyordum, bana göre değildi ama kenarda ritim tutarak sallanırken ve çılgınlar gibi eğlenen kalabalığı izlerken aklım biraz olsun buharlaşmış gibi hissediyordum. Herkes bir köşeye dağılmış, kendine bir eğlence bulmuştu. Jimin arkadaşının partisini terk edememişti ama benden olabileceği en uzak mevkideydi. Kimsenin tadını kaçırmaya niyetim yoktu, bu yüzden yalnız takılmayı tercih etmiştim.

"Düşüncelere daldığında hep bu kadar güzel mi görünürsün?" Yanı başımda bir ses işittiğimde yalnız takılamayacağımı hissettim. Jaebum'du. Yaslandığım masaya o da kolunu dayamıştı, yüzünde tahminimce kız tavlama bakışı falan dediği bir bakış vardı. Tüm bu yaptığı komikti, gülmeden edemedim.

"Sen de flört etmeye çalışırken hep bu kadar komik mi görünürsün?" Cümlem karşısında o da güldü ve yaslandığı yerden doğrulup yüzüne daha normal bir ifade geçirdi.

"Sadece şansımı denemiştim. Ama belli ki pek yokmuş. Kolye yakışmış bu arada." Elim bilinçsizce ucunda bir hilal sallanan kolyeye gitti. Jimin'de kalan kısmında ise bir güneş vardı. Mantıklı bir dağılım olmuştu. Parlayan oydu, ısıtan oydu. Bense sadece onun ışığından faydalanmaya çalışmış bir zavallıydım, geceye mahkumdum.

"Teşekkürler," dedim hafifçe. Elim hala kolyedeydi. Hafifçe elimi hareket ettirdim. Hilalin sivri uçları parmağıma batıyordu. Biraz daha bastırdım. Gözlerim onu herkesten ayırt edebiliyordu. Ne kadar uzakta olursa olsun onu görebiliyordum. Namjoon ve Jin'le laflıyordu. Ama daha çok Jin konuşuyor gibiydi. Kolları göğsünde bağlıydı. Elimdeki bardaktan büyük bir yudum aldım. Aklımda Da Eun'un verdiği izin dolaşıyordu.

Lilac | JiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin