AYDENİZ DÖNGÜSÜ

361K 8.8K 832
                                    

AYDENİZ DÖNGÜSÜ

20 YIL ÖNCE

Hamileydi. Sokağın başında durmuş önündeki yolun iki tarafında uzanan büyük ve küçük, güzel evlere bakarken içindeki küçük varlıktan başka hiçbir şey hissetmiyordu. Güçlükle atan kalbi, rahmindeki parıltıdan güç alıyordu ne zamandır ama şimdi zamanın bir önemi yoktu. Başını gökyüzüne doğru kaldırarak derin bir nefes çekti içine. Havanın ve gökyüzünün bir önemi olmadığını anlamıştı. Kendisi için yazılan sonun başındaydı. Kirli, modayla alakası olmayan ve yırtıklarla dolu pantolonunun cebinden boş eliyle bir fotoğraf çıkardı. Şimdiye kadar ayakta kalmasına yardımcı olan sadece bir kâğıt parçasıydı. Bu fotoğraf olmasaydı bebeği onun içinde bu kadar büyüyemezdi.

Her şeye rağmen kendisine umut ışığı olan bebeğini karnının üzerinden okşadı. Derisinin üzerinden ona dokunurken parmakları karıncalanıyordu. Bunu ona yapmak istemiyordu ama yaşamadığını hissediyordu artık. Bir fotoğrafa, bir sokağa baktı. Ne olursa olsun buraya bir daha gelmeyeceğine yemin etse de kendini burada bulmuştu genç kadın. Son bulması gereken yer burasıymış gibi... Evine giden sokağın başında çekilmiş fotoğrafı bu sefer cebine koymadı. Fotoğrafın hafif esen rüzgârla birlikte kaybolmuşluğa adım atmasına izin verdi. Hava kapalıydı. Gökyüzü beyazları kıpkırmızı olmuş gözleri kadar kara, bulutlar kalbinin üzerindeki sis perdesi gibi yoğundu.

Rüzgâr sokak kokan saçlarını havalandırırken evlerinin olduğu yere doğru yürümeye başladı. Elindekinin ağırlığını çok görmedi kendine. Başına ne geldiyse hak etmişti. İsyan ve yakarış yoktu bu saatten sonra. Gri yolda duracağı son yere geldiğinde evinin önündeydi. Hiçbir şey değişmemişti. Kendinden başka her şey aynıydı. Yaptıklarından pişman olduğu günden beri gecelerini kâbusa çeviren anıları şimdi gerçeklik kazanmış gibiydi. Anılarındaki kız bakışlarını kilitlediği iki katlı evin kapısını sertçe açıp hiddetle kendini dışarı attı. Annesiyle babası arkasından çıktığında onların yüzüne bakmadı bile. Kolundaki çantayı taşımak ve bir an önce oradan uzaklaşmakla ilgileniyordu.

"Kızım, ne olur azıcık dur. Bak biz sana hayır demiyoruz. Sadece biraz daha bekle. Evleneceğin insanı tanı. Emin ol," demişti annesi gözlerinden yaşlar akarken. Babası ise annesinden daha arka tarafta elleri arkasında birleşmiş vaziyette duruyordu. Kızının gitmesini istemediği gözlerinden belli olan adam güçlü duruşunu kaybetmek üzereydi. Genç kadın o manzarayı hatırlayınca kendinden bir kere daha nefret etti.

"Ben eminim ama siz işi yokuşa sürmeden rahat edemezsiniz tabii! Bir türlü rahat bırakmadınız beni. Gidiyorum ben," demişti o zaman. Şimdiyse gözlerinden yaşlar akarken "Aptal," diye fısıldadı şimdi bitmiş benliğine. Artık ne konuşmaya hakkı vardı ne de ruhundaki bu izlerle yaşamaya. En vahimi de umudunu kaybetmişti. Bir şeylerin iyiye gideceğinin düşüncesi bile imkânsızdı. Ailesi onu kabul etmezdi artık. Yoğun bir vazgeçmişliğin pençesinde, artık kurtulması mümkün değildi.

"Pelin!" diye gürlediğini hatırlıyordu babasının. "Anneni dinle. Ayıp ediyorsun. Bizi haksız yere ezip geçersen bir daha buraya gelemezsin." Ezip geçmişti. Bir sürü hakaret yağdırarak terk etmişti ailesini bir hiç uğruna. O gün başlamıştı cezası. Adı kadar emin olduğu adam ilk geceden sahip olup tüketmişti genç kızı. Ne kötü bir deneyimdi... Diğer deneyimleri de pek iyi sayılmazdı. Birkaç defadan sonra bir daha birlikte olmak istememişti adam. Onu kulübeden bozma bir çatının altına soktuğunda pişmanlık Pelin'in her hücresine yayılmaya başlamıştı. Aç, susuz, beş parasız kaldığı günlerde bile bir defa olsun gidememişti evine. Babasının sözleri kulaklarında yankılanırken nasıl giderdi? Hangi yüzle?

Aydeniz Döngüsü | KitapHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin