Bölüm Beş - Bataklık

337K 25.7K 30.5K
                                    




Bölüm Beş - Bataklık

Gecenin uğultusu doluyordu kulaklarıma. Tiz bir çığlık işitiyordum, ürperiyordu tüylerim. Sıcaktaydım, ama üşüyordum. Ağrımaya başlayan diş etlerimin altındaki dişlerim, sertçe birbirine çarpıyor; takırtılar çıkmasına neden oluyordu. Sızlayan göz kapaklarım, birbirine yapışan kirpiklerimi açma işlemine mani olurken istem dışı bir halde başımı hafifçe soluma çevirdim. Yavaşça gerindiğimde nihayet irislerim açılmış, kasvetli ışık bakışlarıma nüks etmişti.

Bulanık bakan irislerim birkaç saniye boş boş beklememin ardından netleştiğinde, karşımda gördüğüm kocaman, siyah bir gardırop olmuştu. Bir an neler yaşadığımı, nerede olduğumu hatırlamadım ve biraz daha hareketlenmeye çalışıp bulunduğum yeri incelemek istedim. Korku, şırıngasını acımasızca tenime saplarken görüş alanıma giren ikinci şey, kapkara bir perdenin örtülü olduğu pencereydi; rüzgar pencerenin ardından sessizce uğulduyor, kara perde buna karşılık öne doğru açılıp, geri gidiyordu.

Dün geceyi hatırlamaya çalıştıkça beynime sivri uçlu, azılı dikenler batıyordu adeta. Hareketlenmeye çalıştığım an sızlayan ve karıncalanan bedenim, Nephan'a geldiğim ilk günkü uyanışımı anımsatmıştı ve o an, içime dolan manasız bir heyecanla kafamı önüme çevirip, bu sefer nerede olduğuma bakmak istedim.

Tam da o sıra, alnıma biriken sıcak sıvılar, odağıma giren insan bedeniyle daha yakıcı bir hale büründü. Gözlerim karşımda gördüğüm bedene karşılık büyürken, takırdayan dişlerim ani bir hareketsizliğe tutuldu. Bütün vücudum lal olmuş, uğradığı şokla ölüm sessizliğine kapılmıştı.

Orada oturuyordu. Odanın ucundaki simsiyah duvarın önünde, yine aynı renge sahip bir deri koltuğun üzerinde, sırtını koltuğa vererek bir ayağını bacaklarının üzerine atmış ve işaret parmağını çenesinin altına koymuş bir vaziyette öylece, pür dikkat beni izliyordu. Odadaki her şeyden koyu duran gözleriyle buluşan irislerim ölmeyi dilerken, güçlükle bir nefes alıp, kuruyan dudaklarımı araladım. Ancak dudaklarım öyle kuruydu ki, hareket ettirdiğim an kanayıp çatlaklarından sızan metalik tadı damağıma ulaştırmıştı. Aklıma dizilen bin bir türlü soru dizinin ardından, gözlerinden ayrılmadan, "Burası neresi?" diye sorduğumda, sesimin tok çıkmasına içten içe sevinmiştim. Bedenim kadar halsiz olmaması iyiydi.

"Benim evim." dedi, kara gözlerini asla bakışlarımdan çekmeden. Beni yine özenle inceliyordu. Sakladığım tüm sırları çözmek istermiş gibi, zihnimi okumak istermiş gibi ve bu, karşısında çırılçıplak duruyormuşum hissi veriyordu. Bakışları, beni huzursuz ediyordu. "Senin cehennemin."

Öyle soğuk bir duruşu vardı ki, insan dokunduğu an buz tutardı. Gözlerinde öyle yüksek bir ateş vardı ki, insan baktığı an yanardı. Alnımdan aşağı süzülen ter damlacıklarının, bu yakıcı ateşin etkisi olduğuna şüphem yoktu.

Konuşması, söylediği her cümlenin, her kelimenin altında mesajlar gizlenmişti sanki. Boş bir kelimesi dahi yoktu, ancak derindi. Anlamak zordu.

"Benim evim, senin cehennemin." Cümlesi, içeriğindeki mananın hiç iyi özellikler taşımadığını anlatırcasına çınlıyordu kulaklarımda. Kurduğu bir tümcenin daha anlamsızlığıyla boğulurken düşüncelerim, nihayet gözleriyle ilgilenmeyi bırakıp, beni dumura uğratan cevabına odaklanmayı seçtim.  İçim, bir şeylerin yanlış gittiği konusunda kararırken, "Be-benim ne işim var burada?" dedim, neden kekelediğime anlam veremeden.

"Dün gece..." dedikten sonra, bakışları yorganın altında kalan bedenime doğru kaydı ve ardından tekrar yüzüme çıkıp ekledi. "...yi hatırlamıyor musun?" Mimiksiz suratında tek kaşı havalandığında, kurduğu bilmem kaçıncı anlam yakalayamadığım kelimelerle telaş içinde gözlerimi açtım ve bedenimi yataktan biraz daha kaldırıp üzerime baktım. Siyah bir yarım atletle durduğumu gördüğüm an çatılan kaşlarımla, endişeyle dolu bir halde yorganın biraz daha altına baktım. Hâlâ bacaklarımda olan pantolonumu gördüğümde biraz olsun rahatlamıştım ancak hâlâ neden burada olduğumu kavramış değildim.

KARANLIĞIN ŞEHRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin