16. Bölüm

14.7K 683 16
                                    

Ne yaparsa yapsın, ne derse desin, nereye giderse gitsin, onun gelişi demek, yalnızlığın bitişi demektir. Sabahın oluşu demektir. Uzun zifiri, uykusuz bir geceden sabaha kavuşmak gibi bir şey demektir...

Ertürk Akşun - Agafya

Cuma günü... Aralık olmasına rağmen o kadar güzel ki. Baharı kıskanırcasına, sadece soğuk olmam dercesine doğmuş güne. Belki de her soğukluktan bir sıcaklık çıkabileceğini gösteriyordur. Belki de sıcaklığıma inanma ben ayazım diyordur.

İzmir'de kar yağmaz. Ama öyle bir soğuk olur ki dişlerin birbirine geçer. Poyraz gibi... Onun soğukluğu kaburgalarının birbirine geçirir. Tarif edilemez bir acı verir. Gün ışımasın istersin, güneş doğmasın, çiçekler açmasın... Hayat devam etmesin istersin. Bu aşktır, sevdadır. Sevdiğinin bir sözüyle dünyanın en mutlu insanı da eder ölümü haykırarak istemene de neden olur.

Bizim aşkımız... Kitaplardaki aşklarla alakası yoktu. Belki hastalıktı bizimki. Takıntıydı. Veya alışkanlıktı. Bilmiyorum. Tek bildiğim ne olursa olsun bana acı verdiğiydi. Ona hala aşıktım. Kırıldım, yıkıldım, yok oldum. Benden kalan onun aşkı oldu. Sonumuz ne olacaktı bilmiyordum. Gittikçe uzaklaşıyorduk, soğuyorduk birbirimizden.

"Artık eve gidebilir miyiz? Bebeğim bu eziyete daha fazla dayanamaz."

Gülümsedim. Melis istese nöbete kalmazdı. Onu idare ederdim ama inatçı keçi kocasıyla konuşmamak için hastaneden çıkmamayı göze alıyordu. Elimdeki dosyayı teslim ettikten sonra gitmek için hazırdım artık.

"Hava çok soğuk." Kışın ortasındaydık. Soğuk olması normaldi.

"Hava mı daha çok üşütüyor bizi ruh mu?"

Kıpırdanmayı bırakıp bana döndü. Gözleri hüzünle soyunmuştu o an. Adım atmaya korkan dört yaralı insandık biz. Deli divane seven, köpek gibi korkan... Daha fazla kırılmamak için bu kırgınlığı kabullenmiştik.

Saçlarımın eski haline dönmesiyle evime dönmüş gibi hissetmiştim. O gece Poyraz'ın gözlerinde saf aşkı görmüştüm ama bu kadardı. Aradan günler geçmişti. Tek bir adım yoktu, adım atmaya cesaretimiz yoktu.

"Sevginin sıcaklığına alışmışız biz. Sevgisizlik üşütüyor." Öyle... Yapacak bir şey yok ama. Poyraz'ın dediği gibi 'hastalıklı bir aşk'tı bizimkisi.

"Eve gidelim artık." Dedim. Bu konuları konuşmak acı veriyordu. Çıkmaz sokaklar içinde kapana kısılmıştık. Sanki... Bir labirentte kaybolmuştuk. Çıkamıyorduk, hep aynı yere varıyorduk. Arabalarımıza doğru ilerlerken bir araba önümüzde durdu. Melis şaşkınlıkla bakarken sırıttım. Gökmen gözlerinde yıldız parıltılarıyla Melis'in yanına geldi.

"Senin ne işin var burada?" diye sordu Melis hayretle. Gökmen gülümsedi.

"Seni almaya geldim." Melis hızla toparlandı. Tam itiraz edecekken kolunu çimdikledim. Gökmen adım atıyordu işte geri tepmesene aptal! Gökmen'in yalnızlığını göremiyor musun gerçekten? Onun bir aile olmak için çırpınan çocuk yüreğini göremiyor musun? Yaşadıkların çok ağır ama sınırı aşmana asla müsade etmem!

"Hadi gidelim o zaman!" dedi Melis. Ha şöyle! Gülümsedim. Kendi arabama doğru giderken tanıdık ama bir o kadar yabancı bir ses duydum. Kalbim sıkıştı, ellerim terledi.

"Duru Tubay!" Melisler de duydu. "Konuşmamız gerek." Zaman kavramı durmuştu. Geçmişe, o güne, gitmiştim. Acı her hücreme yayılıyordu. Yavaşça ona döndüm. Sarı saçları, düzgün fiziğiyle karşımdaydı kabusum.

İKİ YABANCI |TAMAMLANDI|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin