5. Bölüm

2.5K 185 38
                                    


Mrs. C. durdu ve birden ayağa kalktı. Anlaşılan artık istese de sesi çıkmıyordu. Pencereye doğru ilerledi, birkaç dakika sessizce dışarıya baktı ya da belki de alnını soğuk cama dayadı: Dikkatli bakmaya cesaretim yoktu, çünkü yaşlı kadını heyecanlanırken izlemekten utanıyordum. Bu nedenle sessizce, hiç soru sormadan, sesimi çıkarmadan, rahatlayıp geri gelinceye ve karşıma oturuncaya kadar bekledim.

"İşte, en ağır şeyi söylemiş oldum. Umarım bana inanıyorsunuzdur, kutsal olan her şey üzerine, şerefim ve çocuklarım üzerine yemin ederim ki, o saniyeye kadar bu yabancı ile bir... bir ilişki kurmayı aklımın ucundan bile geçirmemiştim, evet, gerçekten de asla kendi isteğimle değil, düz yolda giderken yolumu kaybetmiş gibi birdenbire varlığımla bu durumun içine, bilincimin dışında itilmiştim sanki. Size ve kendime dürüst olacağıma dair yemin ettim, bu nedenle tekrar ediyorum, sadece yardım isteğiyle, başka hiçbir nedenle, kişisel bir duyguyla, bir arzuyla ya da bilerek bu trajik maceraya sürüklenmedim.

O odada, o gece neler olduğunu anlatmamamı hoş görün; yaşamım boyunca bir saniye bile o geceyi unutmadım ve asla da unutmak istemiyorum. Çünkü o gece bir insanla onun hayatı için mücadele ettim, çünkü yine söylüyorum: Bu bir ölüm-kalım mücadelesiydi. Tüm duygularımla bu yabancı insanın, bu, neredeyse her şeyini kaybetmiş insanın, ölümün eşiğine gelmiş bu insanın tüm hırsları ve tutkularıyla son bir şeye tutunduğunu hissediyordum. Ayağının altındaki uçurumu hisseden bir insan gibi kenetlenmişti bana. Ben ise sahip olduğum her şeyle onu kurtarmak için çabalıyordum. İnsan böyle bir ânı hayatında ancak bir defa yaşar ve böyle bir şey ancak milyonda bir insanın başına gelebilir, o korkunç tesadüf olmasaydı, ben de asla bir insanın, her şeyden vazgeçmiş, her şeyini kaybetmiş bir insanın nasıl bir ateşle, nasıl bir umutsuzlukla ve karşı konulmaz bir istekle hayatın her kızıl damlasını emdiğini asla öğrenemeyecektim; yirmi yıl boyunca varlığın her türlü şeytani güçlerinden uzak yaşadığım için, doğanın bazen nasıl da ateşi ve buzu, ölümü ve yaşamı, coşkuyu ve umutsuzluğu birkaç nefese sığdırabildiğini hiç kavrayamayacaktım. Ve o gece mücadele ve konuşmayla, tutku, öfke ve nefretle, yalvarıp yakarmanın ve sarhoşluğun gözyaşlarıyla öyle doluydu ki, bana bin yıl sürmüş gibi geldi ve uçurumun dibinde birbirine kenetlenmiş şekilde sendeleyen iki insan olan biz, biri ölüme susamış, diğeri her şeyden habersiz, bu öldürücü karışıklıktan bambaşka, tamamen değişmiş bir şekilde, farklı duyular ve duygularla çıktık.

Fakat bundan bahsetmek istemiyorum. Bunları ne tasvir edebilirim ne de tasvir etmek istiyorum. Yalnızca ertesi gün uyandığımdaki o inanılmaz dakikayı anlatmak istiyorum. Kurşun gibi ağır bir uykudan, o güne kadar hiç bilmediğim bir gecenin karanlığından uyandım. Gözlerimi açıncaya kadar uzun bir süre geçti, gördüğüm ilk şey, yabancı bir odanın tavanıydı; gözlerimi yavaş yavaş bu tamamen yabancı, tanıdık olmayan, nasıl geldiğimi bilmediğim çirkin odada gezdirdim. Önce bunun bir rüya olduğuna inandırdım kendimi, bunaltıcı ve dağınık bir uyku sonrasındaki daha açık ve daha net bir rüya olduğunu düşündüm, fakat pencerelerden berrak ve gözle görülür gerçek güneş ışınları girmekteydi, sabah güneşi, aşağıdan, caddeden arabaların gürültüleri, tramvayların zilleri ve insan sesleri geliyordu – ve bunları duyduktan sonra artık rüya görmediğimi, uyanmış olduğumu anladım. Kendimi toparlamak için gayriihtiyarı doğruldum ve orada... bakışlarımı yana çevirdiğimde... orada gördüm –duyduğum korkuyu asla size tasvir edemem–, yabancı bir adamın geniş yatakta, benim yanımda uyuduğunu... fakat yabancı, yabancı, yabancı, yarı çıplak, tanımadığım bir insan... Hayır, o korku, biliyorum, tanımlanamaz: O kadar korkunç bir şekilde üzerime geldi ki, bitkin bir şekilde geri yığıldım. Fakat bu, olan biteni anlamadığım ve gerçekten kendimden geçtiğim anlamına gelmemeli, tam tersine şimşek hızıyla her şeyi hatırladım, ancak açıklayamadım, kendimi birdenbire tamamen yabancı bir insanla, yabancı bir yatakta ne olduğu belirsiz pis bir yerde bulduğumda, duyduğum tiksinti ve utanç nedeniyle sadece tek bir şey istedim: ölmek. Bugün gibi hatırlıyorum, kalp atışlarım durmuştu, nefesimi tuttum, sanki böylece hayatımı ve bilincimi söndürebilirmişim gibi, her şeyi kavrayan ancak anlamayan bu berrak, korkunç derecede berrak bilincimi.

Bir Kadının Yaşamından Yirmi Dört SaatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin