OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM: "SİZİ BİRLEŞTİREN BAĞ"

7.2K 649 112
                                    

Bölüm şarkısı;

Ai Otsuka - Planetarium [Hana Yori Dango Dizi Müziği]

Akşam eve gittiğimde annemi çok dikkatli bir şekilde bilgisayar ekranına bakarken yakaladım. Ne yaptığı konusunda bir fikrim yoktu ama insanların mahremiyetine duyduğum saygı yüzünden yanına gidip bakma ihtiyacı hissetmedim. Büyükannem ile yemek yedikten sonra satranç oynamaya başlamıştık, hatta ezici bir şekilde öndeydim. Bu büyükannemin hiç hoşuna gitmiyor, sürekli hile yaptığımı söylüyordu. Oysaki hile yapamayacağımı çok iyi biliyordu. Kaybetmeyi sevmesem bile asla alengirli işler yapmazdım. Ben büyükanneme karşı büyük bir mücadele verirken annem derin bir nefes alarak koltuktan kalktı ve mutfağa doğru ilerledi. Arkasından bakındım, suratı asılmıştı. İşle ilgili bir şey olabilir miydi?

Yeniden önüme döndüğümde bir şeylerin ters gittiğini anladım. E sırasında olan atım şimdi c sırasına gitmişti üstelik onu hareket ettirmediğimden emindim. "Büyükanne," dedim suçlayıcı bir tonda. Hemen gece mavisine boyadığı ellerini arkasına sakladı. "rakibin taşlarının yerlerini o bakmazken değiştirmek çok çirkin bir davranış."

"Ne taşı? Ne değiştirmesi?" Büyükannem suratına öyle bir ifade takınmıştı ki, sanki satranç oynadığımızı bile unutmuş gibiydi. Numara yaptığını pekala biliyordum ama buna bambaşka bir çözümüm vardı.

"İyi. Peki madem. Ben daha fazla oynamayacağım." Koltuktan kalktığımda büyükannem kaşlarını çatıp mızmızlanmaya başladı.

"Nereye gidiyorsun? Oyun daha bitmedi!"

"Sen atımın yerini değiştirdiğin anda bitti büyükanne." Omuzlarımı silktim ve salondan çıktım. Odama doğru ilerliyordum ki, annemin mutfakta telefon ile konuştuğunu duydum. Normalde annemin konuşmaları aşırı sıkıcıydı. Ya onu arayıp soran arkadaşlarıyla kısa sohbetler eder ya onların davetlerini geri çevirir ya da müşterileriyle konuşurdu. Şuan bir fotoğrafçıda çalışıyor olmasına karşın annem aslında çok eskiden belgesel fotoğrafçılığı yapıyordu. Neden Sinop'a başka bir şehirden fotoğrafçı çağırdıklarını çok iyi biliyordum: annemin oldukça zarif bir tarzı vardı. Tabii sadece düğün ya da etkinlik fotoğrafları çekerken. Belgesel fotoğraflarında doğanın, insanın ve kültürün vahşi yönlerini göstermeyi çok severdi. Küçükken bir gezisine ailecek gitmiştik. Güneydoğuda,  küçük bir köydeyken annemin işini nasıl icra ettiğine birinci elden tanık olmuştum. Çıplak ayakla dolaşan çocukların yüzlerindeki yorucu gülümsemeyi yakalaması beni oldukça fazla etkilemişti. Evine özellikle uzak bir kuyudan su taşıyan kadının kafasını kaldırıp güneşe baktığı bir fotoğrafı vardı, bir dergide yayınlanmıştı.

Ama çok sevdiği işini babam hastalandığında bırakmak zorunda kalmıştı. Samsun'da bir fotoğrafçıda işe girmiş, ilk birkaç yıl alışılmadık tarzı yüzünden sıkıntılar yaşamıştı ama şimdi değişik fikirleri ile çok aranan biriydi. İnsanlar tek düze, herkeste olan fotoğraflar çektirmektense onu çağırmayı tercih ediyorlardı. Ama yine de annemin mutlu olduğundan şüphe ediyordum. Babamın kanser olduğunu öğrendiğimizde sanki tüm hayatı durmuştu. O günden sonra ne doğru düzgün arkadaşlarıyla görüşmüş, ne de ben küçükken sürekli gittiğimiz tatillere gider olmuştu. Büyükannem annemin bizden gizli bir şekilde ek bir iş daha yaptığını düşünüyordu ama ben bundan emin değildim. Tek bildiğim, büyükannemin annemin bu durumuna oldukça üzüldüğüydü. Babamın ölümünden sonra üstüne bir de onun kanser olması ailemiz üzerine çöken bir kabus gibiydi. Her yaz teyzemlerin yanına, Çanakkale'ye bizi zorla götüren annem olmasına rağmen oraya neredeyse beş yıldır gitmemiştik.

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin