V

461 13 2
                                    


V

Vakit hayli geç olmuştu. Saat neredeyse iki buçuğu geçiyordu. Prens, Yepançin'i evde bulamadı. Kartvizitini bırakıp Vesı Oteli'ne gitmeye, orada Kolya'yı bulmaya, bulamazsa ona da bir not bırakmaya karar verdi. Vesı Oteli'nde ona Nikolay Ardalionoviç'in "sabah erken otelden çıktığını, ama çıkarlarken, gelip kendisini soran olursa, gelen kişiye saat üçe doğru otele döneceğini söylediklerini, saat üç buçuğa kadar dönmezse, bunun trenle Pavlovsk'a yazlığa, general eşi Yepançina'ya gittiği, yemeği orada yiyeceği anlamına geleceğini" bildirdiler. Oturup beklemeye başladı prens. Bu arada kendine yemek getirmelerini de söyledi.

Üç buçukta, hatta saat dörtte de gelmedi Kolya. Prens çıktı otelden, rastgele yürümeye başladı. Yaz başında bazen çok güzel, güneşli, sıcak, durgun günler olur Petersburg'da. Sanki inadına, o gün de böyle günlerden biriydi. Prens bir süre amaçsız dolaştı. Petersburg'u iyi bilmiyordu. Zaman zaman sokakların kesiştikleri dörtyol ağızlarında bazı evlerin önünde, alanlarda, köprülerde durup bakınıyordu. Bir ara dinlenmek için bir pastaneye girdi. Kimi zaman durup büyük bir merakla gelip geçene bakıyor, ama çoğu zaman yanından gelip geçenlerin de, nereye gittiğinin de farkında olmuyordu. Ona acı veren bir gerginlik, bir huzursuzluk vardı içinde; aynı zamanda müthiş bir yalnız kalma isteği. Yalnız kalmak, kendini bu acı dolu gerginliğe en küçük bir çıkış yolu aramadan bütünüyle bırakmak istiyordu. Kalbine ve ruhuna üşüşen sorulara cevap aramaktan tiksintiyle kaçıyordu. Neredeyse ne söylediğini bilmeden, "Ne yani, bütün bunların tek suçlusu ben miyim?" diye mırıldanıp duruyordu kendi kendine.

Saat altıya doğru Tsarskoye Selo demiryolu hattının istasyonunda geldi kendine. Yalnızlık artık ona dayanılmaz gelmeye başlamıştı. Yeni bir heyecan bütün yakıcılığıyla yüreğini sarmış, ruhunu saran karanlık bir anda parlak bir aydınlığa dönüşmüştü. Pavlovsk'a bir bilet aldı. Çok sabırsızdı. Tren hemen kalksın istiyordu. Ne var ki sanki izleyen bir şey vardı onu ve bu sonunda düşünmeye başladığı gibi, bir hayal değil, gerçeğin ta kendisiymiş gibi gelmeye başlamıştı. Trene daha yeni binmişti ki biraz önce aldığı bileti birden yere attı, çıktı istasyondan. Dalgın, canı sıkkındı. Bir süre sonra sokakta yürürken de ansızın bir şeyi hatırladı sanki; çok tuhaf, onu uzun zamandır tedirgin eden bir şeyi fark etmişti. Birden eskiden beri yapmakta olduğu, ama bu ana kadar farkında olmadığı bir şeyi anladı: İşte, birkaç saat öncesine kadar, hatta Vesı'da, belki Vesı'ya gitmeden önce bile... ve birden bir şeyler arar gibi çevresine bakınmaya başladı. Ama bir anda, hem de yarım saat gibi uzun süreliğine bunu unutuverdi ve sonra birden yine huzursuzca bakınmaya başladı.

Ama uzun zamandır kendini kaptırdığı, o zamana kadar bütünüyle bilinçsiz olarak yaptığı bu hastalıklı hareketinin farkına varır varmaz hemen onu son derece ilgilendiren bir başka şeyi hatırladı. Bunu hatırladığı anda hâlâ çevresinde bir şey aradığını, kaldırımda bir dükkânın vitrininin önünde durduğunu, vitrindeki bir şeye büyük bir dikkatle baktığını anımsadı. Hemen şöyle bir yoklamak istedi kendini: Gerçekten demin kaldırımda durmuş, vitrine bakmış mıydı, yoksa beş dakika önce mi yapmıştı bunu, bu dükkânın önünde durduğunu hayal mi etmişti, karıştırıyor muydu? Gerçekten bu dükkân da, vitrinindeki o şey de var mıydı? Hem o gün hiç iyi hissetmiyordu kendini. Nöbetlerin başladığı zamanlardaki gibiydi. Böyle anlarda çok dalgın olduğunu, çok dikkatli bakmazsa eşyaları ve yüzleri birbirine karıştırdığını biliyordu. Yalnız o dükkânın önünde durup durmadığını öğrenmeyi öylesine çok istemesinin özel bir nedeni daha vardı: Dükkânın vitrininde sergilenenler arasında onun baktığı, hatta altmış gümüş kapik fiyat biçtiği bir şey vardı. Bütün dalgınlığına ve endişeli durumuna karşın, hatırlıyordu bunu... Dolayısıyla böyle bir dükkân varsa ve o şey de gerçekten vitrinde sergilenenler arasında bulunuyorsa, demek özellikle o şey için durmuştu. İstasyondan ayrıldıktan sonra öylesine şaşkın bir durumdayken bile dikkatini öylesine çektiğine göre, demek o şey son derece ilginçti onun için. Neredeyse kederli, hep sağ yana bakarak yürüyordu, kalbi huzursuz bir sabırsızlıkla hızlı çarpıyordu. Ama işte dükkân oradaydı, sonunda bulmuştu! Tam geri dönecekken beş yüz adım ötede görmüştü onu. İşte altmış kapiklik o nesne. "Elbette altmış kapik, daha fazla etmez!" diye geçirdi içinden ve güldü. Ama sinirli bir gülüştü bu. Çok fena hissetmeye başlamıştı kendini. Şimdi çok iyi hatırlıyordu, özellikle burada, bu vitrinin önünde dururken, daha önce Rogojin'in bakışını üzerinde yakaladığında olduğu gibi, birden dönüp arkasına bakmıştı. Yanılmadığından emin olunca (ki dönüp bakmadan önce de bundan kuşkusu yoktu) dükkânı bıraktı, çabuk adımlarla uzaklaştı oradan. Bütün bunları etraflıca düşünmesi gerekiyordu, kesinlikle yapmalıydı bunu. İstasyonda da hayal görmediğini anlamıştı artık. Önceki tedirginliğiyle kesin ilişkisi olan gerçek bir şeyler geçmişti başından. Ama üstesinden gelemediği bir tiksinti dolmuştu içine yine. Bu konuyu düşünmek istemiyordu artık, düşünmüyordu da. Şimdi bambaşka şeyler düşünüyordu.

BudalaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin