2

1.4K 77 2
                                    


Şansım rast gitseydi de yakınlarda bir kül tablası bulunsaydı, eğer sigaramın külünü pek doğru olmasa, da pencereden dışarı silkmeseydim, eğer her şey farklı cereyan etmiş olsaydı, kuyruksuz bir kedi de görmezdim herhalde. O kaba ve budanmış hayvanın usulca avlunun içinden geçtiğini görünce, bilinçaltı zekâm bir sürpriz yaptı ve duygusal ışığım değişti. Sanki biri bir perde indirmişti. Belki de lezzetli Alman şarabı etkisini gösteriyordu. Benim gibi evreni sorgularcasına çimenliğin ortasında duran Manx kedisine bakarken sanki bir şeyler eksikti, bir şeyler farklı görünüyordu. Bir yandan konuşmalara kulak verirken bir yandan da eksik olan ne, farklı olan ne diye düşünüyordum. Bu soruya yanıt verebilmek için kendimin o salonun dışında, geçmişte, hatta savaş öncesinde olduğunu düşünmem ve gözlerimin önüne buradan pek de uzak olmayan bir yerde verilmiş bir başka öğle yemeği davetinin örneğini getirmem gerekiyordu. Her şey farklıydı. O arada kimi kadın kimi erkek, sayıca çok ve genç olan konuklar aralarında konuşuyorlardı; rahatça, tatlı tatlı, serbestçe, eğlenerek konuşuyorlardı. Bu böyle sürüp giderken ben bu konuşmaları bir başka konuşmanın arka planına oturttum, ikisini birleştirirken birinin ötekinden doğduğundan, ötekinin yasal varisi olduğundan hiç kuşkum yoktu. Hiçbir şey değişmemişti; hiçbir şey farklı değildi, –sadece bu noktada kulaklarımı açıp söylenenleri değil, o söylenenlerin arkasındaki mırıltıları ya da akıntıyı dinledim. Evet, buydu işte, değişiklik buradaydı. Savaştan önce bunun gibi bir öğle yemeği davetinde insanlar tamı tamına aynı şeyleri söylerlerdi, ama konuşmalar kulağa farklı gelirdi, çünkü o günlerde söylenenlere bir uğultu eşlik ederdi, tane tane söylenen sözler değil, sözcüklerin değerini değiştiren heyecan verici, ezgili bir ses. O uğultulu ses sözcüklere dönüştürülebilir miydi? Belki de şairlerin yardımıyla yapılabilirdi bu... Yanımda bir kitap duruyordu, alıp gelişigüzel açınca Tennyson'un olduğu sayfaya geldim. Ve Tennyson'un şiirini gördüm

                Muhteşem bir gözyaşı döküldü

                Kapıdaki çarkıfelekten.

                Geliyor güvercinim, sevgilim;

                Geliyor hayatım, alın yazım;

                "Yakında o, yakında', diye ağlıyor kırmızı gül,

                Ve beyaz gül hıçkırıyor, 'Gecikti';

                Hezaren çiçeği dinlemekte, 'Duyuyorum, duyuyorum';

                Ve 'Beklerim' diye fısıldıyor zambak.

               

                Savaş öncesinde erkekler öğle yemeği davetlerinde bunu mu mırıldanıyorlardı? Ya kadınlar?

               

                Kalbim şakıyan bir kuş gibi

                Su verilmiş bir sürgünde yuva kuran;

                Kalbim bir elma ağacı gibi

                Dallarını güdük meyvelerin eğdiği;

                Kalbim gökkuşağından bir kabuk gibi,

                Durgun bir denizde kürek çeken,

                Kalbim bunların hepsinden daha mutlu,

                Çünkü aşkım geldi bana.

Kendine Ait Bir OdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin