endişe.

3.7K 258 34
                                    

Koşar adımlar ile dışarıya çıktığımda ilk gittiğim yer hastane olmuştu, belki bir ihtimal Yugyeom'u bulup ona neler olduğunu sorabilirdim. Ama sorduğumda hastanede olmadığı cevabını aldım. Ardından ne yapacağım konusunda kararsız olmam ile birlikte numarasını almıştım. Eskiden zorda olsa min sung'un telefonunu kaçırıp yardım çağırmaya çalıştığımdan nasıl arandığını biliyordum yada sayıları tuşlamayı.

Aradığım her seferde meşgul çalarken onun için ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Bir yandan telefonum ile Yugyeom'u aramaktan vaz geçmezken diğer yandan koşar adımlar ile yürüyordum, belkide odasından çıktığında beni göremezse endişelenir düşüncesiyle. Tam koşarken birdenbire bir pastane ilişti gözüme çok geçmeden içeriye adımımı attım. Kapıyı açtığımda ise kapıya bağlı olan zilin çınlaması beni fazlasıyla mutlu etmişti.

Gülümsedim ve içeriye girdim. Anında yanımda birisi belirdi ve gülümseme eşliğinde sordu. "Ne istersiniz?" Uzun süre düşünüp çıkolatalı olan pastayı seçmiştim. O ise anında onu paketledi ve bana uzatıp hesabı söyledi.
O anda dank etmişti kafama, belkide haklıydı Jungkook söylediklerinde. Gerçekten saftım. Elimi çekingenliğimle saçlarıma attım. "Şey ben paramı evde unutmuşum da." Kasiyer çocuk bana gülümsemişti.
"O halde kafanız karışık olmalı."

"Hmm?"

"Yani, dalgın gibisiniz de."

"Ah, evet sayılır." Diyerek gülümsedim.

"Ama bir sorunumuz varki ben bunu paketlediğim için geri koymam mümkün değil."

"Hmm o halde ne yapmalıyım?"

"Umarım beni yanlış anlamazsınız ama isterseniz telefon numaralarımızı paylaşabilir ve bana daha sonrasında ödeyebilirsiniz hmm? Yani sizi ilk defa bu civarda görüyorum aslında eğer yeniyseniz yalnızca bir yerde buluşup bir şeyler içmemiz de bana uyar."

"Peki olur o halde."

Telefonumu anında ona uzatırken diğer yandan da ortamda göz gezdiriyordum.
Öyle mutluydum ki, sanki kötü günlerin yakınlığının simgesiydi bu. Yinede kötü düşünmemek adına anında derin nefes alıp o düşünceyi aklımdan sildim. O esnada çocuk telefonumu geri uzattı. Ardından ona baktım ve elimi uzattım.

"Ben Park Jimin."

"Ah tanıştığımıza memnun oldum, benim aslında soy adım uzun bu yüzden genelde bambam diye hitap ederler."

"Bende memnun oldum." Diyerek birleştirdiğimiz ellerimiz ile kısaca tokalaştık ve ben pastayı alıpta dışarı çıkmıştım.

Bu kez koşar adımlar ile yürümektense sekerek yürüyordum. Tam eve yeterince yaklaştığımda ise birden bire minsung'u görmem ile panikleyip nefes nefese kalırken hızlıca merdivenlerden çıkmaya çabalıyordum. Bu esnada ayağım takılmış ve elimdeki pastayı yere düşürmüştüm. Fazla oyalanmadan kalkıp pastamı da alıp hızlıca 3. Kata gelmiştim bile.

Ve endişemden dolayı anahtar deliğini bir türlü tutturamazken ellerim titriyordu. Birçok uğraşın ardından sonun kapıyı açıp içeriye girmiştim arkama dahi bakmadan koşmuştum, tek dileğim ise beni görmemiş olmasıydı. Gözlerimi sıkıca kapayıp arkamda bulunan kapıya yaslandım. Ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım çok geçmeden kendime gelip mutfağa yöneldim. Jungkook ortalarda görünmüyordu, sanırım hala daha odasındaydı. Pastamı açtığımda ise düştüğümde tamamen berbaat olduğunu fark etmem ile yüzüm düşmüştü. Ama atacak mıydım? Asla. Jungkook'un odasına doğru yöneldim ve kapıyı arka arkaya 3 kez tıklattım.

Pek cevap alamadığımda ise uyuduğunu düşündüm fakat yinede emin olmalıyım diye düşündüğüm için bir yerlerde yedek anahtar olabileceği düşüncesiyle salonda bulunan birkaç çekmeceli dolaba baktım. Sonunda ise salonun dip köşesinde bulunan komidinde bulmuştum aradığım anahtarı. Anında anahtarı kavradım ve anahtarı kapının arkasında bırakmamış olmasını dileyerek anahtarı anahtar deliğiyle buluşturup birkaç çevirmenin ardından kapıyı açtım. Olabildiğince sessiz olmaya çalışıyordum.

İçeriye doğru adımladığımda ise yatakta kucağındaki resim ile birlikte uzanan bir jungkook gördüm. Muhtemelen üşümüştü, ki büzülmüş kalmıştı. Anında altındaki yorganı çekip üzerine örttüm. Sanki ölüm uykusuna yatmış gibiydi. Fakat bunun normal olduğunu düşündüm lakin uykusuzluğunu belirten gözaltı morlukları vardı. Onu rahatsız etmek istemedim fakat uyurken öylesine masum ve sevimli görünüyordu ki, sanki beni azarlayan adam gitmiş yerine bambaşka birisi gelmiş gibiydi. Bir süre daha onu izledikten sonra kucağındaki çerçeveyi zorla da olsa alıp komidinin üzerine yerleştirdim ve onun üzerini tamamen örtüp odadan çıkma kararı aldım. Güneş çoktan yerini aya bırakmaya hazırlanırken ben ise salonda otumuş öylece televizyon izlemek eşliğinde jungkook'un uyanmasını bekliyordum.

Saat oldukça geç bir saate geldiğinde ise tekrardan jungkook'a bakmak adına içeri girmiştim fazlasıyla soğuk terler dökmüştü. Sanki uzun süredir kabuslar ile boğuştuğu için uyanamıyor gibiydi. Yanına yaklaşıp yaklaşmamak arasında çelişkiye düşmemin ardından ona yaklaştım ve seslenmeye başladım. Fakat hiçbirine yanıt alamazken onun kaşları daha fazla çatılıyor ve sayıklamaya devam ediyordu. Ona daha fazla yanaştım ve onu sarsarak uyandırmaya çalıştığımda ise pek tepki vermemesiyle onun yanına oturup hızlıca sarsarken "Jungkook!" Diye bağırmıştım. O anda gözlerini açtığına şahit olmuştum. Sanki olanlardan bihaber gibiydi. Yatakta doğruldu ve endişeli olduğu yüzüne yansırken bana anlamsızca bakarak geri çekildi.

"Sen burada ne arıyorsun?"

"Ben senin...kabus gördüğünğ görünce-"

"Çık dışarıya!"

"tamam." Hızlıca yerimden kalkıp odayı terk etmiştim. Gerçekten bazen onun sorununun ne olduğunu çözemiyordum. Sadece yardım etmeyi istesem bile bana böylesine kaba davranıp azarlıyordu. Bazen ise tam tersi bana iyilikle yaklaşıyordu. Ama bildiğim birşey var ise o da ona yardım etmek istediğimdi.
Birsüre sonra üzerini değiştirmiş haşde salona gelmiş ve bana keskin bakışlar atıyordu.

"Sen az önce...yani üzgünüm. Birden seni görünce aşırı tepki verdim belkide."

"Sorun değil."

"O değilde ben ne zamandır uyuyorum?"

"Şey 12'den beri."

"Şuanda saat kaç?"

"Saat 23."

Usulca yanıma gelip oturdu.

"Neden gece onbir demek yerine, yirmi üç diyorsun?"

"Ben bilmiyorum öyle yazıyordu."

"Bu arada sen iyi misin? Yani sana dokunduğum için belkide benden tiksinmiş olmalısın. Özür dilerim."

"İyiyim ben ve böyle cümleler kurarak kendini ezmeyi bırak. Sonuçta senden iğrenmecek bir nedenim yok."

"Bilmiyorum orasını ama sen iyi değilsin."

"Ufaklık, boyun kadar burnunu sok işlere."

"Bu bir iş değil ki. Bunlar senin duyguların."

"Gerçekten şu anda hiç didişecek havamda değilim bücür."

"Bende öyle. Bu yüzden kullandığın terimlere aldırış etmiyorum ya. Yalnızca nasıl olduğunu düşünüyorum."

Birden bire sırıtıp bana baktı ben ise bu gülüşün hayra alamet olmadığının bilincinde olsam bile en azından ilk kez ufacık ta olsa onun sırıtışını görmüş olmuştum.

Dilfiruz |kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin