tebessüm.

3.5K 261 20
                                    

Sonunda uyumuş olmasından yararlanarak karakola gitme kararı almıştım. Daha fazla oturamazdım böyle. Hızlı adımlarla ilerlerken sonunda karakol'un kapısına ulaşmıştım. İçeriye girdiğimde ise ilk oalrak herkesin bakışları beni buldu. Onlara aldırış etmeden baş komserin odasına geldiğimde ise kapıyı çalmaya yeltenmem ile kolumu birisi tutmuştu. Bu Namjoon'du birnevi yoldaşımdı o benim. Aynı zamanda ise abim sayılırdı.

"Hey, sen nerelerdesin? Aradım açmadın. Sırf uzaklaştırma aldın diye beni de mi unuttun ha?"

"Hayır, konu öyle değil." Dedim hafifce gülümserken.

"Herneyse buraya konuşmaya geldin sanırım, ama bence hiç doğru bir zaman değil şuanda."

"Bu umurumda değil, hemde hiç." Deyip kapıyı tıklatmam ile içeriden komut gelmişti. Namjoon bana endişeli bakışlar atarken başını olumsuzca sallarken onu göz ardı edip içeriye girmiştim bile.

"Senin burada ne işin var?!" Diye gürlemişti baş komiser Han.

"Efendim ben-"diyerek konuya girmeyi denememi ise yarıda kesip beni azarlamaya yeniden başlamıştı. O benim üstümdü ve birşey yapamazdım evet ama şuanda sinirlerimin aşırı derceede gerildiğini hissediyordum. Ve yumruklarımı sıkmak ile yetindim.

"Sen git ve önce kendi hayatına çeki düzen vermeyi öğren, burada başkalarını kurtaracağım diye uğraşmaktansa!" Diyerek gürledi birkez daha. "Hala daha 2 yıl önce ölen birisinin arkasından yas tutuyorsun!" Son dediği şey ise fazla ağrıma giderken ne kadar haklı olsa da bunu kabullenmeme taraftarıydım. Yumruklarımı öyle sıkıyordum ki tırnaklarım avuç içlerime işlemişti. Dişlerimin arasından konuşarak onun sözünü keserek girdim söze. "Efendim neden sürekli bu meseleyi önüme sunuyorsunuz? Ha, neden!" Sonlara doğru ses tonum oldukça kalınlaşmıştı. Birkaç adım daha yaklaşarak ellerimi masaya yasladım ve birkez daha araladım dudaklarımı. "Daha ne kadar devam edeceksiniz bunu yapmaya? Ben kafayı iyice dıyırdığımda mı duracaksınız?" Derin bir nefes verip dudaklarımı ıslattım ve devam ettim "Ben herşeyi yapabilirim, lütfen bunu kanıtlamam için bana son bir şans verin." Birsüre düşündüğünü fark etmiştim karşımdaki bedenin ve birden ayaklanarak yanıma geldi ben ise saygımdan dolayı doğrulup gözlerimi gözlerne diktim.
Masasında yığılı olan dosyalardan birisinin alıp bana verdi.
"Bu adamın bulaşmadığı bir iş bile yok. Adını veya bilgilerini bilmiyoruz yalnızca yaptığı işleri biliyoruz ve oldukça iyi saklayabildiğini. Gasp, Adam kaçırma, Uyuşturucu kaçakcılığı, Tıpkı parayla insanları dövüştürür gibi bu adam ise kurbanlarını seçip sevişmeye zorluyor ve ardından onları kayda alarak onaları tehtid edip binbir türlü işlerinde kullanıyor. Ama benim senden istediğim bu adamın oğlunu bulman. Eminim o bize bilgi verecektir. Ardından ise onun verdiği bilgiler özerine bir baskın düzenleyip onu içten bitirirceğiz. Fakat eğer bulamazsan veya bir aksaklık çıkar ise o zaman hiç ikiletmeden silahını ve rozetini bırakacaksın. Tabi işine gelirse." Diyerek yerine geri döndü ve ekledi. "Tabi aynı zamanda o katili aramayı bırakıp bu işi önceliğin olarak alacaksın."
Bir süre düşündükten sonra bunu yapmaya emindim en azından yapacaktım.
"Kabul ediyorum." Diyerek doysayı aldım ve selam verip kapıya doğru ilerledim o esnada dudaklarını araladı ve "Sana 1 hafta mühlet veriyorum. Ne yap et onu bul." Son sözlerini de duymam ile kapıyı açıp dışarıya çıkmıştım. Namjoon hemen yanımda birmişti. "Ne oldu? Ne dedi?" Dedi endişeli ve meraklı ses tonuyla.
"Bana görev verdi tamamen men edip edilmemem ona bağlı." O anda beni durdurup elini omuzuma koydu "Bak Jungkook ben seni hiç astım olarak görmedim, daima bir kardeştin sen bana ve eğer ki yardıma ihitiyacın olursa bana söyleyeceksin. Anladın mı?"
"Merak etme halledeceğimden eminim." dedim gülümseyerek.
"Tamam o halde dikkatli ol ve sık sık konuşalım. Hmm?"
"Tamamdır."
Diyerek koşar adımlar ile eve gittim diper yandan ise elimdeki dosyayı inceliyordum.
Resmen bulanık bir fotoğrafından başka hiçbirşey yoktu elimde. Ama onu ne yapıp edip bulmalıydım. Sonuçta ben bu meseleğe sırf intikam için adım atmıştım. Derin bir nefes aldım ve dairemin önünde durduğumda kapıyı anahtaım yardımıyla açtım. Kapının girişi direk olarak salona yöneldiği için oraya oturmuş dosyaları incelemeye başlamıştım diğer yandan Jimin'in henüz uyanmamış olması da dikkatimi çekmişti. Yinede onu rahatsız etmeyecektim ve belkide henüz uyanmamış olmasının iyi olduğunu düşünüyordum. Elimdeki dosyayı önümdeki sehpaya bıraktım ve düşünmeye başladım. Ne bir kanıt, ne de ortağı vardı. Belkide bu yüzden vermişti bana bu görevi, tek derdi benim bu mesleği bırakmamdı. Lanet olsun! Fotoğrafı bile belirgin değildi. Ama yinede elime alıp saatlerce ona bakıyordum. Tam o esnada jimin'in "Günaydın." Diye bağışı ile bakışlarımı ona diktim. "Kalkar kalkmaz ses yapmaya başlıyorsun." Dediğim şey ile gelip yanıma oturmuştu. "Sende herzaman sinirlisin."
"Tamam hadi konuşma da..." elimi aldığım çöreklere attım ve kucağına bıraktım. "acıkmışsındır birşeyler ye." Diye tamamladım cümlemi. Ona bakmadan bile anlamıştım gözlerinin parladığını ve o çöreklere dünyanın en özel yiyeceğiymişcesine baktığını.
Sesi kesilip ağız şapırtıları ve yutkunuşları almıştı yerini. Ben ise o esnada incelemeyi bırakıp ayaklandım, belkide düzgünce düşünmek biraz kendime gelmeyi beklemeliydim. O esnada ağız şapırtılarını daha yakından duymaya başladığımda yanımda bittiğini fark etmiştim.
"Bunlar çoook güzel, hadi sende biraz ye." Diyerek bana uğrattı. "Ben tatlı yemem." Aslında yemiyor olmama eağmen daha öncesinde zorla o tatlı pastayı tıkmıştı ağzıma.
"Hadi ama lütfen, eminim sende açsındır hem geçen gün pastayı yeniştin."

"Yanlış. Sen zorla ağzıma tıkmıştın."

"Ama yemiştin. Tekrar mı tıkmalıyım." Diyerek ağzıma zorla yaklaştırdıkca başımı geriye çekiyordum. O ise daha çok üzerime geliyordu. Ben ise artık koşmaya başlamıştım o ise arkamdaydı. Ona durmasını söyledikce itiraz ediyordu. Mutfağa eriştiğimizde birdenbire durup arkamı döndüm ve onun yüzüyle göğsüme çarpması bir olmuştu. O an onun ne kadar zarif ve küçük olduğunu daha iyi anlamıştım ve o halinde ne kadar sevimli göründüğünü. Başını kaldırıp yüzüme baktığında ise yüzünü buruşturmuş ve az önce yediği çöreğin üzerindeki purda şekeri yüzünün bazı kısımlarına bulaşmıştı bile. Kendimi tutamayıp kahkaha attım o ise bana buruşturduğu suratıyla ve kızgın ifadesiyle bakıyordu. Bir süre ona gülmüştüm.
Taaki beni sesiyle kendime getirene dek.
"Sonunda güldün! Evet güldün! Ve gülmek sana çok yakışıyor! Ama tanrım düşüncemde haklıydım!"

"Ben gülmedim."

"Güldün, evet evet güldün!"

"Saçmalamayı bırak ve ..." diyerek başına havluyu attıktan sonra devam ettim. "Çabuk yemeyi bırakıp yüzünü temizle daha işimiz var." O ise havluyu alıp yüzündeki şekerler temizlemeye başladı.

"Huh, ne işi?"

Dilfiruz |kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin