8

356 34 5
                                    

Bir roman gerçek hayatla böyle uyuştuğu için değerleri de bir ölçüde gerçek hayatın değerleridir. Ancak belli ki kadınların değerleri karşı cins tarafından konulan değerlerden sıklıkla farklı; doğal olarak böyledir bu. Ne var ki geçerli olan erkeklerin değerleridir. Kabaca söylersek, futbol ve spor 'önemlidir'; modaya düşkün olmak, giysiler satın almaksa 'önemsiz'. Ve kaçınılmaz olarak bu değerler hayattan alınıp kurmacaya taşınırlar. Savaşı konu edindiği için bu önemli bir kitap, diye karar verir eleştirmen. Bu kitapsa önemsiz, çünkü bir salondaki kadınların duygularını konu edinmiş. Bir savaş alanı sahnesi bir mağazadaki sahneden daha önemlidir – her yerde ve çok daha az göze çarpacak biçimde değer farklılığı mevcuttur. Bu bakımdan eğer karşımızdaki kadınsa, on dokuzuncu yüzyıl başındaki romanın bütün yapısı, kafasının dikine gitmeyen ve dış otoriteye saygı nedeniyle berrak bakışını değiştirmek zorunda kalan bir zihin tarafından kurulmuş oluyordu. Yazarın eleştiriyle karşılaştığına dair kehanette bulunmak için o eski unutulmuş romanları gözden geçirmek ve onlarda kullanılan ses tonuna kulak vermek yeterlidir; şunu saldırı kabilinden, ya da ötekini uzlaşma kabilinden söylemiştir diyebiliriz. Ya 'sadece bir kadın' olduğunu kabulleniyordu o, ya da 'bir erkek kadar iyi olduğunu' söyleyerek itiraz ediyordu. Yaradılışı gereği tepki veriyordu eleştiriye, ya alttan alıp çekinerek, ya da öfkeyle ve şiddetle. Hangisi olduğu önemli değil; kadın yazar, kitabın kendisini değil, başka bir şey düşünürdü. Kitabını önümüzde bulurduk. Özünde bir hata olurdu. Londra'daki ikinci el kitap satılan kitabevlerinde, bir meyve bahçesindeki küçük, çopur elmalar gibi sağa sola dağılmış bütün o kadın romanlarını düşündüm. Onların bozulmasına neden olan özlerindeki kusurdu. Yazar, başkalarının fikirlerine gösterdiği saygı yüzünden kendi değerlerini değiştirmişti.

Ama sağa ya da sola doğru kıpırdamak kimbilir ne kadar olanaksızdı onlar için. Bütün o eleştirilerin karşısında, o tamamı ataerkil toplumun ortasında, ürkmeden bakarak, kitaplarına sıkı sıkı sarılabilmeleri için kimbilir nasıl bir yetenek, nasıl bir tutarlılık gerekmişti. Bunu sadece Jane Austen ve Emily Brontë başardılar. Onların şapkalarındaki belki de en hafif tüydü bu. Onlar erkek gibi değil, kadın gibi yazdılar. O dönemde roman yazan binlerce kadın arasında sadece onlar ebedi eğitimcinin şunu yaz, bunu düşün diye süregiden uyarılarına kulak
asmadılar. Kâh homurdanan, kâh büyüklük taslayan, kâh hükmedici kâh kederli çıkan, kâh korkulu, kâh öfkeli, kâh babacan o ısrarlı sese, kadınları rahat bırakmayan, titiz bir dadı gibi tepelerinden eksik olmayan, Sir Egerton Brydges gibi zarif olmaları için ricada bulunan; hatta şiiri ve cinsiyeti eleştiren, (15) iyi davranırlarsa, sanırım, parlak bir ödül kazanırsınız diye öğüt veren, söz konusu beyefendinin uygun bulduğu sınırlar içinde kalmalarını söyleyen o sese bir tek onlar kulaklarını tıkadılar – '... kadın romancılar ancak kendi cinslerinin kısıtlanmalarını cesaretle kabul ederek mükemmellik peşinde koşmalıdırlar.' (16) Bu da meseleyi toparlar, şaşıracaksınız ama size, bu cümlenin Ağustos 1828'de değil de Ağustos 1928'de yazıldığını söylersem, sanırım, bize şimdi ne kadar eğlenceli görünse de, geniş kitlelerin fikirlerini temsil ettiğini kabul edeceksiniz –o eski defterleri karıştırmayacağım; sadece tesadüfen yoluma çıkanları ele alacağım – yüzyıl önce çok daha güçlüydü bu fikirler, çok daha fazla duyuluyordu. 1828'de ancak çok yürekli bir genç kadın bütün bu küçümsemeleri, azarlamaları ve ödül vaatlerini duymazlıktan gelebilirdi. Ama edebiyatı da satın alamazlar ya, diye düşünmek için tam bir delifişek olmak gerekliydi. Edebiyat herkese açıktır, demek için. Üniversitenin idare amiri de olsanız beni çimenlerden çıkarmanıza izin vermiyorum. İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.

15- 'Onun doğaüstü bir amacı var ve bu da tehlikeli bir saplantı, özellikle de bir kadında, çünkü kadınların güzel konuşmaya olan merakları erkeklerinki gibi sağlam değildir pek. Başka konularda daha ilkel ve daha materyalist olan bu cinste garip bir eksikliktir bu.' New Criterion, Haziran 1928.
                       
16- 'Eğer siz de muhabirin dediği gibi kadın romancıların ancak kendi cinslerinin kısıtlanmalarını cesaretle kabul ederek mükemmellik peşinde koşabileceklerine inanıyorsanız, Jane Austen bu hareketin ne kadar zarafetle yapılabileceğini göstermiştir...' Life and Letters, Ağustos 1928.

Kendine Ait Bir OdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin