14.Bölüm

19.2K 1.4K 99
                                    

Gerçek bir hastanın asla ben hastayım diyerek doktora geldiği olmaz. Genelde kendini hasta sananlar bir psikiyatriste ihtiyaç duyarlar, onlar tedavi olmak isterler. Bende kendimi her zaman ikinci seçenekte ki hasta sananlar gurubunda hissederdim. Ya kendimi öyle görmek istediğimdendi sebebi ya da gerçekten öyle olduğumdandı. Anksiyete krizi savunmasız kalan iradenin yok olup yerine yoğun duyguların alması ile geçirilen nöbetlerdir. Bu tanım benim sözlüğümden elbette. Korku, heyecan, fazlaca endişe vs. aniden ortaya çıktığında herhangi bir durumunda tetiklemesi ile ortaya çıkan nöbetler... Nasıl mı başladı? Babamın öldüğü gün bayıldığımda... Vakıf hoca o bayılmanın ilk nöbetim olduğunu söylüyor. Babamın silahı kafasına dayayıp kendini vurduğu ana şahit olmam bunun en büyük nedeniymiş. Ben ise öyle düşünmüyorum. Yani çoğu zaman öyle düşünmüyorum. Çünkü babamın kendini vurduğu anı anımsamadan nasıl olurda on iki yıldır anksiyete krizi geçirebilirdim ki? O anım siyah araba camından karanlık bir siluetten ibaret. Babama ait olduğuna emin olduğum bir siluet. Tabi şöyle bir ihtimal de vardı elbette ki; bu da olayın şoku ile hafıza kaybı yaşamam. Babamın kendini vurduğunu gördüğüm an zihnimin bir yerlerinde bir odada kilitlenmiş. Vakıf hoca o kapıyı açmam için yıllardır uğraşıyor ama nafile. Psikiyatride bunu açığa çıkarmanın yolları var. Mesela bir iğne. Sodyum Pentothal. Anlayacağımız şekilde Doğruluk serumu. İğne yapıldıktan sonra bilinçaltıma uyku ile uyanıklık arasında yapacaağım bir yolculuk ile sorulan her soruya -zihnimde yaptığım keşif ile cevap vereceğimden- %98 doğru bir ihtimal ile doğruyu söyleyeceğimdir. Bir miligramının dahi ölümüme yol açabileceği bir teknik. Diğer bir seçenek ise hipnoz. Vakıf hoca beni hipnoz ederek çocukluğumda ki ilk anılarımdan yola çıkarak o ana kadar gelip neler olduğunu anlatmamı da sağlayabilir ama bu iki seçenek de çok tehlikeli. Gerçekler bazen insanı iyileştirmek yerine daha da kötü bir hale getirebilir. Yapbozu tamamlamak yerine beni tuz buz edebilir. Sonuç olarak iki yöntemi yapmamamız benim ve Vakıf hocanın ortak fikriydi. Ben korkuyordum. O ise bir baba gibi benim iyiliğimi düşünerek tehlikeyi göze almak istemiyordu. Büyük bir özveri ile yıllardır benimle ilgileniyor şefkat ve sevgi gösteriyor sabırla hatırlamam için çırpıyordu. Sanırım en çok bunun için minnettardım ona.

Vakıf hocanın odasında bir çerçeve de şu söz yazar;

Bir psikiyatrist der ki; "Bize hiçbir zaman gerçek hastalar gelmez. Gerçek hastaların hasta ettikleri gelir."

Yukarıda ki psikiyatristin de dediği gibi aslında beni hasta eden çevremdekilerin sebebiyet verdiği rahatsızlığımdan dolayı belki de şuan bu kapının önünde -gözümü saate dikmiş on beş dakika geç kalmış seansıma girmek için bir umutla beklediğim adamın gelmemesi içimde bir hayal kırıklığı yaratırken- dikilmiş bulunmaktayım.

Ben hastaydım sözde. Beni hasta eden hastaların oluşturduğu rahatsızlığımdan dolayı bunu iyileştirmek umuduyla dermanını gelmeyeceğini bildiği halde bekleyen bir hastaydım. Gerçekten geleceğini düşündüğüm için aptal olmalıydım.

Daha fazla bekleyemeyeceğimden kapıyı tıklatıp yavaşça açtım. Vakıf hoca masasında oturmuş kitap okuyordu. Beni görünce gözünde ki kalın siyah çerçeveli gözlüğünü çıkarıp gülümsedi.

"Ooo Feza hanım, gözümüz yollarda kaldı. Nerelerdesiniz efendim?" Masasından kalkıp bana doğru geldi. Mahcup bir şekilde gülümsedim.

"Daha erken gelmeliydim."

"Zahmet etmişsiniz. Dileseydiniz ben sizi görmeye gelebilirdim."

"Estağfurullah hocam, aslında geç kaldım çünkü buraya başka birini daha-" kapatmaya çalıştığım kapı dışarıdan itilerek açıldığında kapıda beliren Talha'ydı.

MİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin