Beşinci Bölüm

996 37 48
                                    

Suad, ara sıra gözlerini dikişinden kaldırıp yeşil köpüklü denizde beyaz yelkeniyle uçan kotraya bakarak, dalgın, yalnız, meşgul idi. Kalbi sürekli bir çarpıntı ile onu işini bırakıp gözleriyle sandalı takip ve araştırmaya itiyordu. Süreyya'nın verdiği güvenceye rağmen şiddetli rüzgârlarla teknenin devrileceğinden korkuyordu.

Sandalın geldiği günden beri Süreyya, rüzgâr buldukça fırsatı kaçırmıyor, hemen balkona çıkıp sandalcıya sesleniyordu. Bu ses Suad'ın hayatının karabasanı olmuştu. Sessizlik, hayatında bir fırtına merhametsizliğiyle tekrar ediyordu. Önce beraber olmak için birlikte çıkmak istemişti. Fakat deniz onu harap ediyor, günlerce sersem bırakıyordu. Onun için burada karşıdan onun gezintisine bakarak, bin heyecanla beklerdi. Kendini oyalamak için eline aldığı dikişi bile şaşırıyor, söküp tekrar yapmaya mecbur kalıyordu. Süreyya her zaman kendisini de götürmeye uğraşıyordu ama, hayır baş dönmesi o kadar çoğalmıştı ki artık sandala binmesi mümkün değildi. Önceleri bir iki gün sersemliğin geçici olduğunu düşünüp onun isteğini kırmamaya çalıştıysa da olmadı. Hatta havalar iyi olduğunda bile binemeyecekti, aklına getirdiğinde bile midesi bulanıyordu.

Eğer tehlikeden korkmasaydı Süreyya'nın kendisini bırakıp gidişine yine memnun olacaktı. Onun canının sıkılmasından pek endişe ediyordu. Hayatını sade kendi huzuruyla oyalayamadığını hissetmeye başladığı zamandan beri eğlenmesi için her şeye razı olmuş, ta ruhunun en derinlerinde sızlayan ufak bir yarayı yalnız kendisine saklayarak sessizliğe sığınmış ve sabretmişti.

Buraya ilk geldikleri zamanlarda henüz sandal konusu da ortaya çıkmadığından, yeniliğin hevesi ile bir ferahlık olmuştu. Fakat her gün o canlılık biraz daha soluyor, o ferahlık biraz daha şişiyor, her gün biraz daha iniyordu. Bazen bu durumu, hayalinde birden kararan sonsuz ve karanlık, bir boşluk, sonu olmayan bir çukur gibi görüyor, bir korku ürpertisiyle üşüyerek boynu bükük kalıyordu.

Gözleri dalgın, dikişi dizlerine bırakmış, beynini titreterek geçen bu düşünce üzerine "Ne yaparım yarabbim, ne yaparım?" diye düşündü. Ne olacağını kesin olarak görmemekle beraber o çukur duygusu onu korkuya itiyordu. Bu korku ona sade Süreyya'sız, onsuz kalmak şeklinde görünüyordu. Tekrar başını kaldırıp denize baktı. Gözleriyle uzun uzun sandalı aradı ve onu sonunda orada, dalgaların arasında, köpüklere bulanarak, bir tarafa eğilmiş, yatmış, kırmızı bayrağı rüzgârla çırpınarak, bulunduğu tarafa doğru geliyor görünce tekrar kalbi hopladı. Süreyya'ya şikâyet edemiyor, onu engellemek istemiyordu. Kendisi anlasaydı, ah Suad'ın kalbinde ne acılar, ne özlemler olduğunu anlasa da öyle hareket etseydi...

Evde kalırsa daha çok canı sıkılacağından korktuğu için cesaret edip bir şey söyleyemiyor, hatırı kalacağından, öfkeleneceğinden korkuyordu. Fakat bir gün sandaldan da bıkacak değil miydi? Sandal da onu sıkacaktı, o zaman ne yapacaktı?

Tekrar o yara, o küçük yara bağırdı: Ah niçin ona yetmiyordu? Niçin ona her şeyi unutturamıyordu? Erkek kalbinin kadınların kalbinden daha fazla isteği olması bir haksızlık değil miydi?

Buna karşı susmak ve katlanmaktan başka yapılacak bir şey olmadığını düşünmek, suskunluğun ve boyun eğmenin bu kadar zor olduğunu görmek onu eziyordu. Önceden ricaya gerek duymayan Süreyya, şimdi gittikçe artan bir şiddetle şaka görünümü altında her isteğine karşı gelebiliyor, Suad'ın istemediği şeyleri bile yapıyordu. Bu hoş görünümlü şakalar asıl niyeti güzelce koruyarak işi ciddiyetten kurtarıyordu. Ne olursa olsun isteği kabul olunmuyor, isteği dışındakiler yapılmış oluyordu. Hâlbuki onun için Süreyya'nın daha söylemediği isteklerini bile gözlerinden okumak ayrı bir zevk hatta mutluluk derecesinde bir duyguydu. Bazen Süreyya'nın kendisine böylesine acı çektirmesinin ve onu yalnız bırakışının bir haksızlık olduğunu anlatmak isterdi fakat birbirini izleyen küçük olaylar ve devamından doğan sonuçlar da kendini rahatsız ettikçe susuyordu, vazgeçiyordu. Bazense kocasına karşı fazlasıyla doluyor ve bu birikimlerin, Süreyya'nın bir samimiyet anında bir okşayışıyla yıkıldığını, yok olduğunu görünce, ona aslında ufak haksızlıkları için değil de okşamadığı için incindiğini itiraf ediyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin