Yedinci Bölüm

1.4K 37 3
                                    

Bundan sonra geçirdiği günler, birkaç günün kâbusundan sonra, senelerden beri tanımadığı mutlu bir hayatı oldu. Sakinlik ve güzellik içinde denizle gökyüzü ile yaşayarak, kendini gittikçe daha çok avucunun içine alan bu yoksunluğa boyun eğerek, farkında olmadan cazibesine kapılarak günlerin art arda geçmesine yabancı kalıyordu. Sabah yolculuklarının, kotra gezmelerinin, rüzgârın, güneşin yorduğu vücutları, denizin mırıldanmalarının uyuşturduğu sinirleri, sıcaktan kamaşan gözleriyle eve geri dönünce oradaki uyku ve gölge, midelerine hazırlanmış yemek, kendilerini bekleyen gülümseme bir şifa gibi geliyordu.

Öğleden sonra ara sıra rüzgâra bir tembellik geldikçe, bu temmuz sıcaklarında, üçü birden balkonun bambu koltuklarında yastıklara gömülerek uyuklarlardı. Necib artık burayı da kendi evi gibi düşünmek zorundaydı, ama yine de o diğer hayatını da bırakmak istemiyordu, onun için Tarabya'da otele inmek istiyordu. Oteli beğenenlerin övgülerini işite işite gitmek ihtiyacı hissediyordu. Fakat Süreyya'nın mevsimi beraber geçirmek teklifi bu haber üzerine o kadar ısrarlı ve inatçı oldu ki, kabul etmek zorunda kaldı.

Behice Dadı, bu tembel saatlerinin vazgeçilmez eğlencelerindendi. Kutusu, kibriti, tablası elinde gezerek gelir, kendine ikram edilen koltuğu bırakarak yerde bir küçük mindere yerleşerek sigarasına dalardı. Süreyya "Fayrab başladı" diye tutturdukça, o da, "Ya sizin dan dun bitiyor mu?" diye piyanodan şikâyet ederdi.

Suad, her gün çalıştıkça parmakları hünerini buluyordu. Azıcık otursalar, biraz sessizlik sürse Necib yalvaran bir nazarla Suad'a bakar, o hemen kalkarak hoş bir gülümsemeyle "Hangilerine bakalım bu gece?" diye sorardı. Böyle diye diye hemen bir sıra oluşturmuşlardı. Birine uzun bir zaman tutulduktan sonra onun ihmal edildiği de oluyordu. Fakat henüz yeni gelen havaların hepsi dinlenilmemişti. Necib bunlar için rica ediyor, Suad zaman bulamadığından şikâyet ediyordu.

Onlar piyanoda oyalanıyorken Süreyya da dadı ile alay eder, erkekler sigara dumanlarında dinlenerek susarlar, ara sıra artık sabredemeyerek kaçmak isteyen dadının girişimi, Süreyya'nın yasaklayışı, hepsini güldürürdü.

Necib burada öyle saniyeler geçirdi ki, hiçbir zaman unutamayacaktı. Müzik ruhunun bütün aşk kabiliyetini ve özlemini kırbaçlıyor, onu aşk ihtiyacıyla baş başa bırakıyordu. Bu aşk duygusunun doyurulması imkânsız olduğu için önce tatlı başlayan duyguları sonrasında yerini yakıcı bir acıya bırakıyordu. Çoğunlukla bu bir hüzünden çok bir istek, bütün ele geçirilemeyecek güzel şeylere büyüleyici bir şekilde bir çekilmeydi.

Sonra teşekkür için yanına gittiğinde bazen gözleri notalardan Suad'ın ellerine oradan yüzüne dökülüyordu. O zaman bu ellerin bir ipek dokuması, bu yüzünün meleği andırır sakinliğini, bir müzik damlası ile şiir seyirliğinde olan gözlerinin siyah ve mahmur bakışı onu bir an düşündürerek aklına kendi istekleri geliyordu. Ona baktıkça, onun gibi bütün hayallerine uygun birini bulmak imkânsızlığını üzülerek düşündükçe Süreyya'yı böylesi bir mutluluğa sahip olduğu için kutluyor ve onun kadar mutlu olamayacağını hatırlayarak içi eziliyordu. Onda o kadar mükemmeliyetler görmeye başlamış, düşünceleriyle onları o dereceye getirmişti ki, bu nefis kadının karşısında, bu dudaklardaki gülümsemenin, o sakin çizginin, bu gözlere ara sıra gelen neşeli sorularla, heyecan dolu şu evin arılığı, saflığı karşısında ağlamak istiyordu. Ah, Süreyya'yı ne kadar mutlu buluyordu. Ve buna karşılık kendine kim bilir nasıl bir kadın rast gelecekti? Ama evlenecek miydi? Bunu iyice düşünmüş müydü? Onun gibi birini bulmak imkânsız olunca niçin evlenmeliydi? Ve onun gibi olsa diye düşünürken bir an oldu ki "Ya o rast gelseydi..." diye düşündü. Bu o kadar şiddetli ve yakıcı bir heyecan oldu ki "Ah, o benim olsa ölürdüm!" diye inledi.

Bir süre bu fikri terk edemedi. Bu fikir onu fazlasıyla zorladı ve etkiledi. Suad onun olsaydı... Bunu düşünerek kendisi için bir hayat düzenliyor ve bu mutluluğa hayalen bile dayanamıyor, zayıf düşüyor, bitkin kalıyordu. Onun hayatına karışarak yaşayacağı anları, onunla birlikte geçecek günler, onun ömrüne sahip, ona herkesten daha yakın olarak yaşayacağı hayatı, onun kendine kocasıymış gibi davranması... İşte bunlar onu öldürüyordu. Suad, kendine de Süreyya'ya seslendiği sesle, ona baktığı gözle, onu sevdiği gibi aşkla sevse, baksa, söyleseydi Ya Rabbi!.. Bu fikri derinleştirip saatlerce düşündükçe harap oldu kaldı. Önce gerçekten öyleymiş gibi aldanarak sarhoş ve sersem kalıyordu. Sonra Suad'ın içten seslenişlerinde, hayalindekiyle arasındaki uçurumu fark ediyor, bu yabancılık onun içini eziyordu. Bazen o sesle, "Necib" diye sade ismiyle çağrıldığını işitir gibi olurken, Suad'ın kendine seslenince sakinleşen sesinin "Necib Bey" deyişi onu öldürüyordu. Süreyya'ya bakarkenki şefkatli bakış, kendine yönelirken o kadar duygusuz, bir an içinde sanki bir cansızlık kazanıyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin