Yirmi Birinci Bölüm

550 25 1
                                    

Fatin bu gece pek şendi. Gecelerdir iddialar, kızgınlıklar ve inatlarla sürüp sonunda bu geceye ertelenen ve bu gece kesinleşmesine karar verilen bu son oyun, beyefendinin gürültülü bir küfrüyle bitirildi. Pullar bir tarafa, zarlar bir tarafa fırladı. Fatin bir taraftan onları topluyor, bir taraftan da: "Aman efendim ne zararı var, siz yenersiniz... Doğal değil mi? Allah ömürler versin de..." diye yaltaklanıyordu. Bey: "Zâti bu hafta işim hep ters gidiyor... Haydi, kalk!" diyerek hanımefendiye baktı. Fatin, gözlüğünün altından herkese işaret edip sinsi sinsi gülerek onu gösteriyor, gerçek hâlde oyunun ödülünü gürültüyle kaçırmakta, hiddet arasında söyleyemeyeceğinden korkarak soğuk terler döküyordu. Bu bir çift potin kundura için oynanmıştı. "Tabii mesele kundurada filân değil, Allah ömürler versin, fakat yenilmek kötü" derken, Fatin müthiş bir ıstırap anı içinde onun kalkıp yürüdüğünü gördü. Daha fazla dayanamayarak: "Artık yarın mağazaya uğrarım... Değil mi efendim?" diye can gözüyle bekledi. Ve onun hatta dönmeksizin "Olur..." diye homurdanması üzerine artık neşesine neşe katıldı. Yarın gidilecek bir düğün için Hacer'le eğlenmek istedi. Fakat Hacer, bir iki haftadan beri konuşmalarında ve hareketlerinde çok sinirli ve oldukça yırtıcı bir tavırda olduğundan dişlerinin arasından kendini güç kurtararak işi abuk sabuk davranışlar sergilemeye vurdu, herkesi güldürdü; efendi için birkaç "Allah ömürler versin!" daha savurdu. Sonra birden haykırdı: "O ne o?" diye hayretle kapıya baktı.

Gerçekten kapı açılmış ve içeri Necib girmişti. Her sesten bir hayret nidası çıktı. "O ne, nereden böyle? Maşallah... Siz buraya gelir misiniz? Seyahattesiniz sanıyorduk" sözleri her ağızda dolaştı. Necib gülüyordu. Sonra birkaç özür kelimesi geldi. Fatin'in yanına oturdu. O da bu gece pek şendi. Saat iki buçuktu. Yemekten sonra aklına geldikleri için öylece geldiğini söyledi. Fatin, gülerek ve ötekilere gözüyle işaretler ederek: "Nasıl, nasıl?" diyordu. "Kulaklarıma inanamıyorum... Bu kadar fedakârlık, sizden, mümkün değil... Sizin canınız sıkılır mı? Özellikle Beyoğlu'nda, şimdi tiyatrolar, hele o yeni gelen kumpanya... Bizim Fehim Bey söyleye söyleye bitiremiyordu..." Tekrar göz kırpıyordu.

Necib küçümseyerek omuz sallıyordu. Bir dakika hiçbir şeye önem vermiyormuş, gayet yorgun ve bitkinmiş gibi göründü. Fatin bunu yapmacık olarak anlıyordu. Gerçekte hep onu biraz zayıf, biraz bozulmuş buluyordu. Süreyya: "Vay, bu yorgunluğa vücut dayanır mı?" diyordu., onlar şakalaşırken Hacer birden fıkırdayarak Suad'ın kulağına eğildi. Ve Necib'in sürekli, Suad'ın kulağına bir hasta sesi gibi üşüterek gelen ince kahkahalarını anlatmak isteyerek: "Aman kardeşim, ne tuhaf, dikkat ediyor musun, değil mi?" Suad acı dolu, dalgın, onun sonu gelmez şakalarla devamlı gülüşlerini rahatsız edici ve sahte bularak on on beş günde başka kadınlarla ne kadar değişmiş olduğunu düşünüyordu. Tavırlarına lâubalîlik, daha bir düşüklük gelmişti. Sözlerini öncekine benzetemiyor, onları biraz utanarak, yorgun çıkıyor zannediyordu. Ve bu başkalık yalnız sözlerine değil, bütün hâllerine yansımıştı ve giderek daha da dikkat çekiyordu. Onda yenilgi, kuvvetsizlik, acı bir sersemlik gibi bir hâl vardı. Gözleri bulanık ve donuktu, sanki görmüyor ve hatırlamıyor, düşünüyor gibi donuk, sürüklenir bakışlarla dumanlıydı. Sözleri sürüklenerek, sendeleyerek çıkıyor gibiydi. "Acaba hasta mı?" diye içinde bir acı duydu. Bunu bir anda her şeyi unutarak, yine onu eskisi gibi görerek düşündü. Ve onun hastalığı aklına gelip o zamanlardaki şiddetli, can yakıcı duygulanmaları tekrar yaşayınca, geçmişin hasretiyle tekrar hâlinin ümitsizlik ve dertlerine dönmek, ani oldu. Ve en çok iyileştim zannettiği, en çok ona ait esefleri unutup sakinlik ve huzura, artık büsbütün unutma devresine giriyorum fikrinde bulunduğu bir zamanda, onun varlığı ile yeniden şaşırmış, perişan kalmışken, bu hastalık fikriyle büsbütün kırıldı ve harap oldu. Artık ona yabancı, uzak oluşuna, onu sevk ve idare edemeyeceğine yanıyordu. İçini bir merhametin kemirdiğini duyduğu bu saniyede ona henüz ilgisiz olmadığını, özellikle olamayacağını, ne zaman görse böyle derin ve henüz atlatamadığı hüzünlerin sızlayacağını, onu böyle kimsesiz ve muhtaç gördükçe, hatta terk edilip başkalarına gidildiğini bile unutacak kadar kuvvetli bir yardım etme isteği altında ezileceğini hissediyordu.

EylülHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin