10.BÖLÜM: "KALBİN EN GÜZEL YARASI."

482 103 49
                                    

01.05.2002

Sevmek, çorak bir zihnin içine emek ekmekti.

İnsan parasını kaybedebilirdi, değerli bir eşyasını ya da değerli bir mücevheratını. Tüm bunların içinde insan kalbini de kaybedebilir miydi? Kaybedebiliyormuş.

Bir şey daha fark etmiştim seni severken. Hayatın telaşı içinde ve bu yoğun koşuşturmanın arasında her şeyi kaybetmenin değil de sevdiğin birini kaybetmenin kalbinin üstüne örttüğü o küflü kara bulutların zihnine yaptığı o işkenceyi... Hadi ya o bulutlar yüreğime yağmurunu yağdırsaydı? Hadi ya bir kış kapıma uğrasa ve hiç bir zaman gitmeseydi...

Güzel çiçeğim, ellerimin titrediğine bakma benim.

Ben sana bakarken gönlüm de titriyor, ruhumda, varlığımda.

Yazılar da zaten buruşuk buruşuk oldu.

Dilerim bana kızmıyorsundur şu an, bu adam bari yazacak niyetlenmiş de neden anlaşılmaz yazıyor diye.

Bugün güzel bir güne uyandım. Senin hastahanede geçirdiğin iki günün sonunda-ki hiçbir -şey karalayamadım buraya üzgünüm.- dün seni kaldığın yere yerleştirmiştik. Bu olay ne kadar cesur ve deli dolu birine gönlümü kaptırdığımı göstermişti bana. Yüreğimi bir bakışınla sarsan güzel kadın, bu halin yüreğime bir taş koysa da seni her halinle seviyorum.

Çünkü sevmek bir insanı tüm benliğiyle kabul etmektir.

Bir insanı sevmek gülüşünü değil ağlayışını da sevebilmektir.

Ben senin gülüşündeki bahar aylarını da ağladığın zaman gözlerinin içindeki sert kışları da seviyorum.

Bunu okuyan gözlerine ve ruhuna yeniden sesleniyorum Lavinia'm, ben ruhundaki sıcak yaz mevsimlerini de esip gürlediğin o fırtınalarına da karlı kışlarına da meftunum.

Yataktan zıplayarak kalktıktan sonra kol saatime baktım. 09.05 idi. Buruk bir tebessümle bacaklarıma gri keten pantolonumu, üstüme de siyah balıkçı yaka kazağımı giydim. Hava bugün de soğuk olacağa benziyordu. Sevgili oda arkadaşım da sabah dersi olsa gerek gitmiş olmalıydı. Dinamik ve bedenen dinçtim. Sana tüm güzel enerjimi iletmeye hazırdım.

Dışarıya çıktım. Mayıs ayının yaza hazırlık yaptığı ağaçlarının yaprakları, damarlarının renklenip tomurcuk şekilini almasıyla kendini belli ediyordu. Doğa kendini mevsimine hazırlıyordu.

Senin yanına doğru adım adım ilerlerken mahalledeki bakkalın yanına uğramıştım. Sonuçta hasta ziyaretiydi değil mi? Elim boş gelemezdim. Yarım saat içinde kaldığın yurdun kapısına dayandım. Seni kapının önünde bümbür gümbür tekleyen ve hızla çarpan kalbim, vücuduma heyecanı pompalıyordu. Çok geçmeden kulaklarımı adımlarının sesi boyadı, ayaklarımı hızla yere çivilerken parmaklarımın arasına sıkıştırdığım poşetin içindeki bisküvi ve meyve suyu sallanıyordu. Çok geçmeden kapı açıldı ve benim için sabah güneşi aydı.

Karşımda bana pırıl pırıl ferah bir gülümsemeyle bakan, Lavinia'm vardı.

"Hoşgeldin, Gül Adam." Yanaklarındaki tatlı pembelik sana çok yakışıyordu ve hastayken onu görememek beni hayli üzmüştü. Şimdiyse canlanması vücudunun yeniden toparlandığını suratına bir ayna gibi yansıtmıştı.

"Hoşbuldum, Lavinia." Elinle sokağın ötesini işaret ederken gözlerin anlık olarak yurt binanıza çarptı. Sizin yurt bizim yurttan çok farklıydı. Dairelerin hepsi bizimkine nazaran daha çok daireye benziyordu. Dış cephesiniz gri renkteydi ve buradan görebildiğim pencereler tertemizdi. Bir kadın elinin değiyor olduğunu anlamak güç değildi.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin