13.BÖLÜM: "CANHIRAŞ."

349 90 38
                                    

Müzeyyen Senar,

Kimseye Etmem Şikayet.

*

31.08.2011

Günümüz.

Geldin,

Gökyüzümün kara bulutları dağıldı.

Ve gittin, sonsuzca.

Kendi yüreğimin altında kaldım.

İstanbul... Ne garip bir şehirsin sen. Adına neler neler yazıldı. Şehrinin sokaklarında ne duygular işlendi ve kokun kaç kişinin ciğerlerini mest etti... Sahil kokusu ciğerlerimin içini dağlıyor, ılık yaz rüzgârı yanaklarıma çarpıyor, dengesini şaşırıyordu. Kulaklarımda bir keman esintisi ruhumu dağlıyordu. Kaç sene geçmişti, kaç gün, kaç ay? Sensizlik kaç gün daha bana uğramaya devam edecek, kapımı çalacaktı?

Kurtulabilecek miydim bu ağrıdan? Bu inatçı yaradan, yıkadıkça bedenimden silinmeyen bu izden? Kurtulmak istesemde bir yanım istemeyecekti ki. Ah, canım benim. İstemeyecektim ki, hem de hiç. Martılar da ne güzel uçuşuyordu gökyüzünde. Hava temiz, berrak ve oldukça sakindi. Kuşlar, martılar ve kısık gözlerimle seçebildiğim az biraz insanlar bu güzel havayı değerlendirmek için kendini dışarıya atmıştı.

Yarın iznim bitiyordu. Büroya uğramam ve Can'ın bakmamı istediği dostlarından birinin davasını incelemem gerekiyordu. Hayattan hiç zevk alamaz olmuştum. Kökünden koparılıp başka bir toprağa ekilmiş bitki gibiydim. Ben kendi toprağımdan başka bir toprağa verimli olamazdım, bu imkânsızdı. Oysa insanlar, kalbimin çabucak tamir olmasını bekliyorlardı.

İnsanları anlayamayacaktım hiçbir zaman.

İnsan kalbinin eşini nasıl unutabilirdi?

Kime dönüp baksam bunu bekliyorlardı. Unutmamı. Yeni bir hayatın pencerelerini aralayıp kendi dünyamı baştan yaratmamı istiyorlardı. Onlara dönüyor ve gözlerine bakıyordum. Ve bir şeyi hemencecik fark ediyordum. Onlar sevmemişler ki. Onlar bir insanı öyle çok, öyle hadsizce, öyle büsbütün sevememişlerdi ki. Beni anlamalarını elbetteki beklemiyordum.

Beni anlayamazlardı. Beni anlamak için toprağa bakmaları lazımdı. Baktıkları toprakta bir defin olmalıydı, kendi canlarının yarısı orada yatmalıydı.

Güzel Lavinia'm duyuyor musun beni? Seni unutmamı bekliyorlar. Ah, ne aptallar. Kalbimin sende olduğunu bilmiyorlar.

Kolumdaki Atatürklü saate gözlerimi çeviriyorum, dakikalar zihnimde kaç süpürülmüş meraklanıyorum. Saat saat 17.12 idi. Üç saatten beridir sadece oturuyormuşum meğer. O saniyelerde bedenim sertleşmeye başlayan rüzgâra tepki olarak biraz üşümüştü. Umursadığım pek de söylenemezdi.

Aklımın sende olmasına çok ihtiyacım var. Bu dünyaya dayanabilmem için sana ihtiyacım var. Nefes alabilmem için yeniden sana ihtiyacım var. Öyle olmadık zamanlarda senin yanında olmak istiyordum, öyle çok istiyordum ki... Seni zihnimde bir köşeye oturtmuştum ve hiç çıkarmıyordum. Orada daima gülümsüyor, hep gülümsüyordun. Güzel gözlerinde kanlanmış bir ifade yoktu. Saçların ölümüne uzundu, yanaklarını seviyordu ve sen beni çok severmiş gibiydin. Bana bakarken ruhun kıyılıyor, bir idam tepsinin üstündeki ipi kendime geçirip sana varasım geliyordu.

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin