6.Bölüm

27.1K 1.4K 276
                                    

    Sakallarından damlayan her damla yerdeki muşambanın üzerinde ufak ufak göletler oluşturuyor, ardından oluşan göletler nehir misali süzülüyordu. Gözlerine bakarken eski bir tanıdığı görmeye çalışıyor olsam bile zihnimde onunla ilgili pekte unutulmaz bilgiler yoktu, ya da çok az gördüğüm kişiler olduklarından tanımamam çok normaldi elbette.

"Artık anahtarımı alabilir miyim, Sancak bey?"

"Sancak bey?" Soru sorar gibi yüzüme alenen bakıyor oluşu içimde tarifi imkansız bir öfke seline dönüşüyordu ve tam ağzının üzerine yumruk atmamak için zor duruyordum: "Biraz evvel ayıydım, ne ara beyliğe terfi ettim bilmek isterim?"

"İsterseniz öyle seslenmeye devam edebilirim."

"İstediğin gibi seslen çalı süpürgesi."

"Anahtarımı verir misiniz? Tartışma çok hoşunuza gittiyse ara ara gelir size muhteşem iltifatlarımdan oluşan konuşmalar yaparım, ancak bugün şansınızı çok zorluyorsunuz."

Yüz ifadesi inanmayan bir tavra büründüğünde kaşları olabildiğince havalandı, onun bu hareketiyle alnında oluşan kırışıklıklar belirgin bir hal alırken, gözleri hala beni tarıyordu. Akrabalarla babam öldüğünden bu yana hiçbir muhabbetim kalmamıştı çalışmaktan. Annesini, babasını, kız kardeşini küçüklükten bu yana tanıyordum elbette. Sancak ise çocukluk haliyle zihnimde bir yerlerdeydi mutlak ancak şu halde onu anımsayacak gücüm yoktu: "Al anahtarını çalı süpürgesi! Benim bahçeme de adım atayım deme, ayaklarını -"

Onun cümlesinin devamını dinlemeye lüzum görmeden devamını getirdim: "Ayaklarımı kırarsın değil mi? Tam tahmin ettiğim gibisin pis barzo!" Siyah ve beyaz yün ipliğin birbirine dolanmasıyla meydana gelen kıvrıklık ve ipin ucunda sallanan metal anahtar bizim evimizin anahtarıydı. Elinden çekerek aldığım anahtarla merdivenleri hızla inip kendi bahçemizin olduğu alana ilerledim. Ruhum çırpınıyordu halsizlikle, birazdan yaşayacağım duygu seline hazırlıklı olup olmadığıma emin olamamakla beraber kendimi daha fazla tutamayacağımı biliyordum.

İlkeleri yıkmak, problemleri halletmek ve pek çok insani şey şu an beni ilgisizliğe itiyor, darlanan, harlanan iç organlarımı oksijensiz kılıyordu. Elimdeki anahtarı yuvaya yerleştirdiğimde titremekte olan ellerimin raydan çıkan trenden farksızlığı pek çok yıkımın habercisiydi. Eve girdiğimde beni önce kocaman salon karşılıyor, salonun tam merkezinde siyah soba, babamın elleriyle yaptığı mobilyalar, orta büyüklükte ahşaptan yapılma masa ve annemin elleriyle dokuduğu koyu yeşil kilimin ahşap ve siyahla olan uyumunun güzelliği ortamı daha hoş kılıyordu. Salona çektiğim valizlerin ardından sırtımı kapıya verip olduğum yere çöktüm, omuzlarımdaki, kalbimdeki ağırlıkla. Ben sevmek denen illetli kelimeden nefret etmeli mi, yoksa bunu bile tadabildiğim için şanslı mıydım bilmiyorum. Dizlerimi kendime çekip acının veryansın etmesine müsade ettim. Yıllarca oyun oynadığım arkadaşım, kalbimi hissettiren ilk erkek, beğenilme kaygısı güttüğüm kişiydi, belki de yalnızca abartıyordum benim olamadığı, asla olamayacağı için. Beni hep sevdiğini düşünüyor olmaktı belki de bu denli yıkılışımın ana nedeni. Hıçkırıklarımın boyutu oluk olup boğmaya yetecek cinstendi. Ben boğulmaya değil, yaşamaya, dinlenmeye gelmiştim oysa bunca yolu. Yalnızca şu an ağlayabildiğim kadar ağlayacak kendi *katarsisimi dibine dek yaşamaktan geri durmayacaktım şu halde. Tozlanmış duvarlarımdan Kemal'in adını silecek en güçlü temizleyicilerle ovuşturacak, dibi tutan tencere misali eski halimi asla alamayacaktım belkide.

(Katarsis* Uzun süre biriken duyguların boşalması)

      Uzun süre, çok uzun süren hıçkırıklarım boğazımı tarumar ediyor, boğazımdan inen her acı yudum midemdeki kelebeklerimin infazını veriyordu büyükçe bir baltayla veya yağlı bir urganla idam sehpasında bekliyordu. Ağladım. Vahlandım. Tühlendim bu vakitte bolca. İçimdeki göz yaşları bitene, kalbimdeki sancı dinene dek acziyetimi doruklara taşıyarak yaşadım yeniden doğrulabilmek için.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin