30.BÖLÜM: "UÇURTMADA GÜN DOĞUMU."

241 44 123
                                    

08.06.2007

Bir kitabın ilk cümlesini okumak gibiydi aşk.

İnsanın ruhundaki boşlukları sıvazlayan bir alçıydı. 

Bir hafta önce uçurtma festivali yapılacaktı. Hava beklenilenin aksine rüzgarlı çıkınca festival iptal edilmişti. Şansımıza bugün hava iyiydi ve ertelenme tarihi tam olarak bugündü. Öğleden önce seninle anlaşmıştık. Saat iki gibi buluşacak, iki buçukta başlayacak festivale yetişmeye çalışacaktık. 

Kapının önünde ayakkabılarımın bağcıklarını bağlıyor, bir yandan da annemin dinliyordum. "Bak oğlum, uçurtmayı Hasan'dan alın. O hem seni tanır boşuna fazla para vermemiş olursun." Bağcıkları bağlama işini tamamladıktan sonra dizlerimin üstündeki tozu avuçlarımla silkerek ayağa kalktım. "Oraya gideceğim zaten." Dedim, elindeki toz bezi dikkatimi çekmişti. Kendisini bir zamanlar babamın atletiydi. Annem yanaklarımı sıkarak öptü ve kapıyı kapattı.

Kapıyı açtım. Rotamı belirlemiştim. Mahallemizin arka sokağında kalan bisikletçi Hasan ağabeyin yanına gidecektim. Onun deposunda her daim uçurtma bulunurdu. Ne alakası var dediğini duyar gibiyim. Hasan ağabey çocukları çok sever. Onlar da bir o kadar Hasan ağabeyi. Mahallede bir gün bir çocuğa uçurtma yapmıştı. Çocuk mahalleye uçurtmayı getirdiğinde tabi bende küçüğüm o zamanlar, hepimiz hayran hayran bakmıştık ona. Sonra hepimiz onun küçük bisikletçi dükkanına gidip bize de uçurtma yapmasını istemiştik. Kendisi üşenmeden bir hafta içinde tüm mahalledeki çocuklara uçurtma yapmıştı. 

Bazı insanlar yüreğiyle ekmeğini yerdi ve o, yüreğiyle yaşıyordu. 

Sahi fazlaca ay geçmişti takvim yapraklarından sayamadığım. Beni gördüğünde o keskin zekasıyla hatırlayacağını biliyordum. Öyle de oldu. Dükkanından içeriye girdiğim vakit, göz ucuna taktığı gözlüklerin üzerinden dikkatle baktı. "Hoş geldin." Avuçlarındaki kömür karası emek kirlerini üstündeki kirli tuluma sürttü. Tozu kalkmış olsa bile kiri hâlâ oraya yapışık vaziyette sırıtıyordu.  "Hoş bulduk ağabey." Eline yerde duran aletlerden birine götürdü ve yanımdaki masanın üstündeki çantanın içine koydu. 

"Seni buraya getiren şey nedir?" Görmeyeli Hasan ağabey kilo almıştı. Pantolonunun bol olduğunu ve belini sıkı sıkı sardığını gözlerim kaçırmamıştı. "Aslında tahmin etmek zor değil, kolunun altında bisiklet olmadığına göre. Söyle bakalım nasıl bir uçurtma istiyorsun?" Gözlüğünü gözlerinin üstüne yerleştirdi. Benim utanmış halimden zevk alır gibiydi. "Demek sevgilin ha?" Şişkin göbeğine avuçlarını dayayıp gülmeye başladı. Kısa müddet sonra kesti ve bedenine bir duman isi gibi sinen meraka yenik düştü. 

"Onun için istiyorsun değil mi?" 

Bazı insanlar sarraftı. İnsan sarrafı. Beden hareketlerinden ve yüz ifadelerinden birini çözmeleri onlar için çocuk oyuncağıydı. Hasan ağabeyin nasıl seni tahmin ettiğini bu sebepten dolayı sorgulamamıştım. Senelerdir kimin yüzüne baksa anlardı. Tanırdı içinde yatan hakiki insanı.

"Ben anladım seni." Omuzlarıma sıvazlayarak yanımdan depoya doğru ilerledi. Zaman bir kibrit çöpü gibi dakikaları eritti, kalbimdeki saniyeleri aldı ve gitti. Hasan ağabey uçurtmanın haylaz sapıyla uğraşarak kapıdan içeriye girdi. Homurdandıkça homurdanıyor, sinirini kısık mırıltılarla uçurtmadan çıkarmaya çalışıyordu. 

"Şanslısın, sadece bir tane kalmıştı. Bugün festival için tüm çocuklara uçurtma dağıttım." Uçurtmayı kollarımın arasına aldım. Tanıdık çocukluk hissiyatı hemen içime yerleşivermişti. Dükkandan çıkmadan saate kontrol ettiğim iyi olmuştu. On beş dakikalık sohbet etmiştik, nasıl bu kadar çabuk zaman geçmişi zaman anlayamamıştım. Uçurtma sade açık mavi rengindeydi. Kolumun altına aldım. 

LAVİNİA'DA SOLAN BİR GÜL Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin