4-had no choice

1.7K 132 101
                                    

Bir teorim var. Bence büyük adam insanları yaratırken gözlerini kapatıyor, içinden bir tekerleme okurken işaret parmağını şıklarda gezdiriyor, tekerleme bittiğinde ise parmağını durduruyor. Gözlerini açıp şıkka baktığında ise bum. Herhangi bir zavallı insanın kaderini belirlemiş oluyor. Bu ilkokulda kullandığım bir taktikti. Yüzde otuz üç virgül üç üç üç üç, olasılıktan mutlaka yanlış olanına denk geldiğim bir taktik.

Büyük adam da hep yanlış olanı seçiyor ve benim de bahtım bu yüzden böyle. Başka bir teori daha. Beni yaratırken mutlaka bir şeyleri dökmüş olmalı. Mesela şans, ya da aile de olabilir, ya aşk hayatı? Bu üçünden birinde kesinlikle hata olmalı. Yoksa benim olayımı, ben bile açıklayamıyorum kendime.

Basit kavramlar vardır, bilirsiniz işte. Seni seviyorum demek ya da senden hoşlanıyorum demek. Bu iki lanet kavramın o kadar çok opsiyonu var ki. Beni örnek alalım çünkü herkes kendi hayatının başrolündedir. Evet bir hata yapmıştım, herkes gibi bir hata yapmıştım. Bunu kabul ediyorum ve sonuna kadar arkasındayım. Fakat büyük adam yukarı tarafta kahkahalarını had safhaya çıkarırken masum kulu -bu ben oluyorum- ağlayarak arabasına koşmuştu. Şimdi düşününce büyük adama hak veriyorum. Muhtemelen şöyledir; 'bu benim yarattığım en geri zekalı karakter olabilir.' Sonuna kadar haklı çünkü öyleyim.

Jennie istediğini alıyordu. Arkasına bile bakmadan kıçını dönüp gidiyordu. Onun olayı buydu sanırım. Bundan ne çeşit bir haz duyduğunu asla anlayamayacağım. Bu onun egosunu mu tatmin ediyor yani? Beni elde etmek. İyi de beni elde etmesi için çabalıyorum zaten ama elinin tersiyle suratıma çakmayı seçen kendisi.

"Lisa, yemeğini neden yemiyorsun?" Seulgi karşımda ve endişeli suratıyla bana bakıyor. Beynimin içinden geçen her şeyi ona anlatsam muhtemelen Jennie'ye karşı cephe alır. Ama bunu istemiyorum. Benim güzelliğim ne kadar kurnaz olsa da masum. Kurnazlığını benim üzerimde kullanıyor sadece. Onun o tatlı minik suratından beklemiyorum ama yaptıkları doğum günü pastamı suratıma geçirmeleriyle eşdeğer.

"Dalmışım." İş arkadaşım inanmamış suratıyla yemeğine geri döndü. Beni adliyenin yakınlarında bir restorana getirmişti ama benim yüzümden yemekten pek keyif alıyor gibi gözükmüyordu. Suçluluk duygusu bedenimi ele geçirdiğinde duruma el attım. "Sen ben Jisoo, bu akşam. Oyun salonu?" Cümlede yüklem kullanmamak aramızda bir samimiyet belirtisiydi. Kısa ve öz açıklıyorduk. Bunu onunla ilk tanıştığımda yanlışlıkla yapmıştım. O ise bunu devam ettirmişti ve sonuç olarak arkadaşlar arasında tatlı bir şey oluşmasını sağladı.

"Varım." Yarım ağız güldüm ve yemeğime odaklandım. Bu sırada Seulgi bana girdiği tuhaf bir duruşmayı anlatıyordu. Dinlemiyordum, ama dinliyormuş gibi yapıyordum. Aklımdakiler hep aynıydı. Beni kullanan o küçük fare. Bugün onu sadece bir kez gördüm. Merdivenlerden çıkıyordu. Eski adliye binasında asansör yok, tekrar ediyorum yirmi birinci yüzyılda bir adliye binasında asansör yok. Onu taşımak bir anlığına aklımdan geçti, bunu düşündüm şaka değil. Fakat iki yanımdaki melekler o an ilk defa zıt fikirli olmaktan çıktı ve bunu yapmamam konusunda beni ikna etti. Onlara karşı zıt düşünen bir tek bendim ama ikiye karşı bir mağlubiyete kulak verdim ve yapmadım. Şimdi ise o küçük fareyi o halde düşünmekten kendimi asla alamıyorum.

Gün geçtikçe daha çok kinlenmem gerekirken daha da hayran olduğum bir insana dönüşüyor. Buna asla anlam veremeyeceğim. Sanırım sadece özlediğimden kaynaklı bir şey. Ya da ben kovalamayı seven bir aptalım. Kaçan kovalanır taktiğini üzerimde deneyip onaylıyor. 

"Kaçta gideriz?" Seulgi alıcıyı yönlendirmeye yönelik cümlesiyle ben kendime getirdi.

"Akşam işten çıktığımda seni alırız." Başıyla onaylayıp aşkla baktığı salataya geri döndü. Bunu da Jennie'ye bağlamak istemiyorum ama... keşke Jennie de bana böyle baksa.

had no choice • jenlisaWhere stories live. Discover now