Bölüm 13

154 8 0
                                    




Tutuklanma


- Kızmayınız efendim, görevim gereğince

Sizi şu an tutuklamak zorundayım.

- Buyurun, ben hazırım; fakat daha önce

İfademi alacağınızı umarım.

Knyajnin

Daha sabahleyin, düşüncesi bana ıstıraplı bir kaygı veren sevgili Marya'yla böyle umulmadık bir biçimde birleşiverince, kendime inanamıyordum. Olup bitenler bir düş gibi geliyordu bana. Marya İvanovna dalgın gözlerle bir bana, bir yola bakıyor; belli ki düşüncelerini toparlayıp bir türlü kendine gelemiyordu. Susuyorduk. Yüreklerimiz yorgun düşmüştü. Zamanın nasıl geçtiğini farketmeden, iki saat sonra, yine Pugaçev'in egemenliğindeki yakın kaleye geliverdik. Burada atlar değiştirildi. Bu işin bir çırpıda yapılmasından ve kale komutanı olan sakallı Kazak'ın çevremizde pervane gibi dönmesinden, çalçene arabacının bizi bir saray gözdesi gibi tanıttığını anladım.

Yine yola koyulduk. Hava kararmaya başlamıştı. Küçük bir kente yaklaşıyorduk. Sakallının dediğine göre, düzmece Çar'a katılmaya gelen büyük bir birlik varmış orada. Devriyeler önümüzü kesti.

- Arabada kim var? sorusuna, arabacı gür bir sesle:

- Çar'ın bacanağı, diye karşılık verdi. Ailesi de yanında. Muhafızlar, korkunç küfürler savurarak ansızın kuşatıverdiler bizi. Bıyıklı bir başçavuş bana:

- Çık dışarı, şeytanın bacanağı! dedi. Sen de, ailen de dünyanın kaç bucak olduğunu görürsünüz şimdi.

Yaylıdan indim, beni komutanlığa götürmelerini istedim. Karşılarında bir subay görünce, askerler küfürü bıraktılar. Başçavuş beni binbaşıya götürmek üzere yanıma düştü. Savelyiç ardım sıra geliyor:

- Al işte Çar'ın bacanağı! diye homurdanıyordu kendi kendine. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk... Tanrım, Tanrım! Bütün bu işlerin sonu nereye varacak?

Yaylı da usul usul arkamızdan geliyordu.

Beş dakika sonra, pırıl pırıl aydınlatılmış küçük bir evin önündeydik. Başçavuş yanıma bir nöbetçi bırakıp, haber vermek için içeri girdi. girmesiyle de çıkması bir oldu ve komutanın beni kabul etmeye vakti olmadığını; beni hapse atmalarını, ailemi de yanına götürmelerini emrettiğini bildirdi.

- Ne demek bu? diye haykırdım. Yoksa çıldırdı mı bu adam! Başçavuş:

- Bilemem efendimiz, diye karşılık verdi. Fakat komutan efendimiz, efendimizin hapse atılmalarını, sayın ailenizin de kendisine götürülmesini emrettiler efendimiz!

Basamaklara doğru atıldım. Nöbetçiler beni durdurmaya kalkışmadılar. Önüme gelen ilk odaya ok gibi daldım. Altı tane muhafız birliği subayı iskambil oynuyordu burada. Kâğıt dağıtan binbaşıya bakınca şaşıp kaldım. Bir zamanlar Simbirsk hanında yüz rublemi üten İvan İvanoviç Zurin'in ta kendisiydi bu!..

- Hey, diye bağırdım; doğru mu görüyorum? İvan İvaniç! Sensin ha? - Vay, vay, vay, Pyotr Andreyiç! Hangi rüzgâr attı seni? Nereden geliyorsun böyle? Selam, kardeş. Oyuna katılmak istemez misin? - Sağol. Bana hemen bir ev verilmesini emredersen, çok daha iyi olur. - Evi ne yapacaksın? Benimle kal.

- Olmaz, yalnız değilim.

- İyi ya, arkadaşını da al gel.

- Arkadaş değil; bir... bir genç kızla birlikteyim.

- Bir genç kız mı dedin? Vay be! Nereden tırtıkladın onu? (Zurin bu sözle birlikte öyle anlamlı bir ıslık çaldı ki, odadakiler kahkahalarla güldü, ben de adamakıllı bozuldum.)

Yüzbaşının KızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin