•55•

3.1K 345 404
                                    

1 AY SONRA

Yang Yoo Geun'ı nehir kenarında, gecenin on birinde, sarhoş halde ağlarken bulduğumda geç kalma korkuma rağmen bir yıldızın sönmesine engel olarak içimdeki Sunya'lar dahil benimle birlikte olan herkesi gururlandırmıştım.

Ona sarıldım, her şeyin geçeceğini söyledim. Suçsuz olduğunu biliyorum, dedim. Kafasını omzuma dayadığında yıllarca beklediği şeyin aslında sadece biraz sevgi olduğunu anlamak beni mahvetmişti. Keşke daha önce onu sevebilseydim.

Polis ekipleri ve Yoo Geun'ın doktoru bizi nehir kenarında görünce rahat bir nefes almıştı. Babam hastaneden izinsiz çıktığımı öğrenince deliye dönmüştü, suç ortaklarım Tae Hyung ve Yooseul da ailesinden iyi azar işitmişti ama önemli olan tek şey, Yoo Geun'dı.

Sakinleşince bize olayları güzelce anlattı. Çizimlerinin sırasının farklı olduğunu fark edince daha önce yaptığı gibi hastane duvarına gitmişti, sonradan anlattığına göre aslında hastaneden kaçmak aklına gelmemişti. Etrafına bakıp da gece olduğunu görmüş, aynı bahçede durmaktan sıkıldığını anlamıştı, ama kimse onun gidebileceğini düşünmüyordu. İşte bu yüzden geldim demişti bana. Sebebini hala bilmiyorum.

O günden sonra, çok şey değişti.

Min Jae'nin iterek yanlışlıkla ölümüne sebep olduğu ablamın ölüm anının tek görgü tanığı Yoo Geun'dı. Babası zengin olan Min Jae'nin adı adli dosyalara hiç yazılmazken, suçlamalara maruz kalan Yang Yoo Geun'ın hayatı bencil bir baba yüzünden mahvolmuştu. Na Yeol öldükten sonra Yoo Geun sosyal hizmetlere, oradan ıslah evine, oradan rehabilitasyon merkezine gönderilirken Min Jae babasının ekonomik ve cemiyet gücü sayesinde San Francisco'da en iyi okullarda eğitim gördü.

Bunu bilen tek kişi değildim elbette. Ama size söyledim, bilmek her zaman işe yaramıyor. Davayla ilgilenen herkes kocaman bir kayaya çarpıyordu; Lee Young Do. Min Jae'nin babası hırslı, çalışkan ve tuttuğunu koparan biriydi. Kore'nin yurtdışı ilişkilerini, ekonomik yapısını bilen ve işleri kendine göre yönlendiren bir adamdı. Aynı hırsla, oğlunu da sicil kaydı kirlenmesinden kurtarmıştı. Üstelik dava zaman aşımına uğramıştı, suçu kimin işlediğine dair kesin bir kanıt yoktu ortada. Min Jae hayatı boyunca bu davayı bir kez olsun görmeyecekti geçmişindeki kaynaklarda. Bunlara rağmen Yoo Geun'ın öfkeli yüzü gözlerinin önünden hiç silinmedi.

Şimdilerde Amerika'ya geri döndüğünü duydum, bir daha buraya gelmeyeceğine eminim.

Tüm bunları unutabilirdik. Ölüm dışında her şeyi unutabilirdik. Çünkü herkes her şeyi unutur. Ben, Sunya olarak pek çok şeyi unutsam da, yıllarca ölümünü yok saydığım ablamın varlığını hatırlayacaktım. Eskiden ablamın varlığıyla yaşayabileceğimi düşündüğümden ölmüş olduğu gerçeği çok ağır gelmişti, hayatım boyunca o hiç var olmamış gibi davranmıştım. Bu, "konuşulmayan acı kalbi parçalar" cümlesini destekler nitelikte bir hayat sunmuştu bana. Sunya, artık ölümü kabul edecek kadar büyümüş bir kız çocuğuydu içimde.

Ablam ölmüştü. Ama anısı bana verilen bu isimle yaşayacaktı.

Yoo Geun'ın adını aklamak için çok uğraştık, Bangtan, Yoo Seul, hatta olanlardan sonra abisiyle artık hiç konuşmayan Min Hyuk bile bana yardım etmeye çalıştı ama olmadı. Dosyalar çok eskiydi, dava çoktan kapanmıştı, kimse bununla ilgilenecek bir avukat tanımıyordu. Babam çalıştığı şirketin onaylamadığı bir davaya bakamazdı ve ondan yardım isteyemezdim. Onun açısından da hayat yorucu ilerliyordu.

Annem, bizimle yaşamaya devam ediyordu. Hastanedeyken beni ziyarete gelmeme sebepleri annemin de başka bir hastanede ölüm kalım savaşı veriyor olmasıydı. Ben GARAJ'dayken annem evde düşmüş, çok kan kaybetmiş, belki biliyorsunuzdur ama yine de söyleyeyim, bu kanser hastası biri için hiç iyi bir şey değil. Onlara hiç kızmadım. Beni karakolda Yoo Geun'ın koluna sımsıkı sarılırken gördüklerinde şok oldular, annem onu belki yıllardır görmüyordu, yine de hemen tanımıştı.

sunya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin