2.Bölüm

1.8K 250 294
                                    

Hayatım boyunca hiçbir zaman insanların laflarının ya da hareketlerinin hayatımı etkilemesine izin vermemiştim. Çocukluğumdan beri sürekli ne yapmam gerektiğini söyleyenlere sağırı oynamış, yaptığım işlere atılan aşağılama bakışlarına kör olmuştum. İnsanların dilleri kemiksiz bir yılan gibi olabilirdi fakat hiçbirine beni zehirleme gücünü vermemiştim. Ben duymak istemediğim sürece hiçbir şey beni etkileyemezdi. Kelimeler soyut olsa bile engerekli bir yılanın dili kadar keskin ve zehirli olabiliyordu. Aynı harflerin farklı birleşimlerine mutlu olabiliyor, üzülebiliyor ve zihnimizde bir ip gibi kelimeleri boynumuza dolayabiliyorduk. Güçlü olan insanlar değil, kelimelerdi. Kelimelere güç verenin ise ben olduğumu öğrendiğimde ortaokulda fazladan kilolarım tarafından sürekli dalgaya alınırken fark etmiştim.

Dün gece Xiao Zhan tarafından galibiyet kutlaması gönderisine etiketlenip, yorumlar kısmında ne kadar zavallı ya da başarısız olduğum hakkında konuşulurken yaptığım şey tam olarak buydu. Telefonu tamamen kapatıp onların yok olmasını sağlamış, sonbahar rüzgarının suratımı yalamasına izin vererek gece boyunca Lana Del Rey'in sesine sığınmış ve manga okumuştum.

Yine de herkese sağır olan kulaklarım sadece tek bir kişiyi inatla duyuyor, gördüğü her şeyi yok edebilen gözlerim sadece tek bir kişinin bakışlarını yok edemiyordu. Zihnindeki cehennemin dumanlarını gözlerine taşıyan o gözler, ne yaparsam yapayım dengemi altüst etmeye devam ediyordu.

Xiao Zhan'a bu gücü nasıl verdiğimi bilmiyordum. Bildiğim tek şey, onun sözlerinin ağırlığında kalmamak için her şeyi yapabilecek delilikte olduğumdu. Şeytanın gülümsemesini taşıyan gözlerindeki ışıltıları söndürüp onu tamamen karanlıkta bırakmak istiyordum.

Başımı dik tutup okulun içine girdiğimde, gözlerimi yere sabitledim. Başımı her zaman dik tutabilirdim fakat kendimi kötü hissettiğim durumlarda gözlerimi kaldıracak cesareti hiçbir zaman bulamıyordum. Eğer gözlerimi kaldırırsam, bakan herkesin irislerimden ruhuma ulaşıp tüm korkularıma ulaşabilecekmiş gibi hissediyordum.

Özellikle ihanet duygusu hala göğsümde yanmaya devam ederken, o ateş ile birilerini yakmadan rahatlayabileceğimi düşünmüyordum.

"Yibo!"

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı yavaşça arkadan bana yetişmeye çalışan Jiyang'a doğru döndürdüm. Tek omzuna astığı çantasını dengede tutmaya çalışırken, diğer elinde sallanan bozulmuş kravatı sallayarak koşuyordu. Gözlerindeki şişlikler dün gece uyumadığını belli ederken, uyuyamayan tek kişi olmamanın rahatlığı ile hafifçe tebessüm ettim.

"Yavaş koş, düşeceksin."

Jiyang bana yetiştiğinde derin bir nefes verip genişçe gülümsedi. "Tanrım, bir köşede cinnet geçirip kendini astığını falan düşündüm. Dün gece aniden nereye kayboldun lanet olası?"

Beraber sınıfa doğru yürürken Jiyang'ın elinden bozuk kravatını alıp onun için düzeltmeye başladım. Birkaç defa öğretmeye çalışsam bile unuttuğu için sonunda pes edip onun için bozulan kravatlarını düzeltmeyi kabul etmiştim.

"Eve gittim, yorgundum."

Jiyang kafasını sallayıp sıkıntılı bir şekilde nefesini verdi. "Xiao Zhan'ın hareketlerini görmeliydin, sadece ilk sezon maçını kazandı ama sanki şampiyonluk kazanmış gibi davranıyordu."

"Bırak eğlensin Jiyang," dedim düzelttiğim kravatı ona uzatırken. "Bir daha onun böyle gülmesine izin vermeyeceğim."

Henüz dolmamış sınıfa girip sakince pencere kenarındaki sıraya doğru yürüdüm. Çantamı Jiyang'dan önce kalorifer kenarına fırlatıp arkada bulunan sıramıza yerleştim. Eğitim hayatım boyunca sürekli pencere kenarındaki en arka sırada oturmuştum. Kışın kalorifere sarılarak uyuyor, yazın ise pencereyi açıp rüzgarın serinlettiği tek kişi oluyordum. Benim için tamamen nimet olduğu gibi Jiyang içinde öyleydi.

Dancing With Devil.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin