67. BÖLÜM

246 69 1
                                    

Biletçi kursun bir sokak aşağısındaydı. Birkaç dakika içerisinde oradaydı Beran. Yıllardır tanıdıkları Türk bir biletçiydi bu. Yılın bu zamanlarında pek fazla kalabalık olmazdı. Kış ayları Türkiye'de 'izin' yapmak için pek de rağbet edilen bir zaman dilimi değildi. Bu izin dedikleri şey Beran'ı her daim düşündürürdü. 'izne gitmek' deyimi yılın on bir ayı kurulu robotlar gibi evleriyle işyerleri arasında mekik dokuyan 'alamancılar' için, Türkiye'ye tatile gitmek anlamına gelirdi. Bu, onlar adına büyük bir olaydı. On bir ay boyunca bir sonraki izin için planlar yapılıp geri sayımlar başlarken, bir önceki izinden geriye kalan hatıralar zihinlerde dönüp dönüp durur, dillere pelesenk olurdu. Beran bazı zamanlar, buradaki insanların yaşam amaçlarının sadece izne gitmek üzerine kurulu olduğunu düşünürdü.

Kendisi ve ailesi de sık sık izne gitmişti ve onlar da bu yazın izne gitme kuralına neredeyse bütünüyle sadık kalmışlardı. Bu nedenle, içeriye girdiğinde alışık olduğu o kalabalığı bulamayınca bir miktar yabancılık çekti. Biletçi adamın pek fazla konuşkan olduğu söylenemezdi ve buradaki diğer 'alamancıların' aksine meraklı sorular sormaması, işini büyük bir titizlikle yapıp, insanlara karşı nazik bir şekilde davranması Beran'ın ona karşı sempati beslemesine yeter de artardı. Kısa süren bir selamlaşma faslı ve muhabbetten sonra sıra bilet için bir tarih belirlemeye geldi. Beran eline verilen takvime umut dolu gözlerle baktı. Az sonra vereceği tarih Hevi'nin mutluluğunun yanı sıra kendisinin de kurtuluşu olacaktı. Kısa bir süre düşünüp, birtakım hesaplamalar yaptıktan sonra tarihi söyledi; 21 şubat 2005 Cumartesi. Biletçi takvimi eline alarak gülümsedi;

-        İlk cemre zamanı, dedikten sonra da, saniyeler önce bakmakta olduğu bilgisayar ekranına yeniden döndü.

'ilk cemre' diye geçirdi içinden Beran, 'kurtuluşumuz olacak'. Kısa süre içerisinde de elindeki biletlere gülümseyen gözlerle bakarak ayrıldı biletçiden. Bakışlarını boş sokağın sağ ve sol tarafları arasında gezdirdi. Derin bir nefes aldı, özgürlüğüne giden ilk adımda, ciğerlerine çektiği en umut verici havaydı bu. Sonra gözleri biletçinin sol çaprazında bulunan karakola çarptı. Günler önce, Hevi'nin korkup dışarıya kaçtığı gecede, birkaç Alman onları şikayet etmiş, iş karakola kadar uzanmıştı. Pek bir şey olduğu yoktu, olay kapanmıştı fakat Beran buradayken birkaç bilgi almak istedi. Büyük bir tezcanlılık ve hızlı adımlarla karşı tarafa geçip, karakoldan içeriye girdi. Almak istediği bilgileri aldıktan sonra da içi rahatlamış bir şekilde çıkıp, otoparka doğru ilerledi. Arabasının yanında durmuş, kapıyı açmak üzereydi ki, telefonunun sesi onu durdurdu. Elini cebine doğru götürüp ısrarla çalan telefona baktı. Ekranda gördüğü numarayı tanımıyordu. Kaşlarını çattı. Temkinli olmalıydı;

-        Hallo, diye açtı telefonu, büyük bir soğukkanlılıkla.

Kısa bir sessizlikten sonra;

-        Sözünde durmadın, hata ettin, dedi karşıdaki ses.

Beran bu sesi tanımıştı. Telefonun bir diğer ucundaki kişi Davut'tu. Aylar sonra onun sesini ilk duyduğunda hissettiği en güçlü duygu nefretti fakat az önce söylemiş olduğu sözler bu duygunun yanına endişeyi de getirdi. Üstelik bu endişe kendi için değil, Hevi için olduğundan sadece bir endişe olarak kalmıyor, onu akli melekelerini yitirmiş bir deliye çeviriyordu, ancak bu durumu Davut'a belli ettirmemesi gerekirdi. Çünkü çok iyi biliyordu ki, Davut bundan ürkütücü bir haz duyacak ve her ne yapıyorsa daha kötüsünü yapmaya devam edecekti.  Şu kısa sürede zihnine ilmek ilmek işlenen tüm bu düşüncelerin bedenine sirayet etmesini hızlıca önlemek istermiş gibi bir soğukkanlılıkla;

HEVİ (TAMAMLANDI) #WATTYS2020Where stories live. Discover now