9. Bölüm

20.5K 1.2K 193
                                    

İlk bölümleride oylarsanız memnun olurum. Son bolümlerde aldığım etkileşim çok güzel. Sancak'ı sevdiniz sanırım.

Değerli oy ve yorumlarınıza talibim.

💦💦💦💦💦💦

"Ne yapacaksın, satacak mısın?"

"Yok," dedi ne yapacağını bilemez halde. "Ne yapılır bu kadar domatesle?"

"Konserve şişeleriniz varsa konserveleyelim. Olur mu?"

"Olur. Var heralde."

Domates fidelerinden sarkan domateslerin rengi öyle capcanlı, öyle hayat doluydu ki bahçe taşlaşmış koskoca şehirde bunca yıl nasıl nefes aldığımı sorgulamımı sağlıyordu. Sancak istemese bile yıllardır yapay şeylere dokunan ellerimin içlerinde o kırmızı domateslere dokunma arzusu kabarıyordu. Onun bahçesine adım attığımda salkımların o kendine has kokusu burun deliklerimden zamanında İstanbul'un neminin dolduğu ciğerlerime ulaştığında uzun zamandan beri kendim için ne kadar az şey yaptığımı hatırladım. Babamın yokluğunda o kadar takmıştım ki kredi borcuna zaman zaman uykularım, birçok zaman da iştahımı götürüyordu bu borç meselesi. Ama çok şükür kredileri okulu bırakma pahasına bulduğum iş sayesinde kapatabilmiştim. Şimdiyse Sancak'ın getirdiği hasır sepetlere dokunma arzusuyla kıvrandığım domatesleri dolduruyordum.

İkimizde ayrı sıraların başına geçip zihnimizdeki kalabalık cümbüşle istişare ediyor lakin bu sukûnet dolu bahçeyi seslerimizle kirletmiyorduk. Üzerime giydiğim uzun kollu, şile bezinden olan açık renkli elbisenin kolları domates fidelerine değdikçe sararmaya başlamıştı asıl rengi olan beyazı reddederek. Kemal konusunda kendimi zihnimden nasıl koruyabilirdim bilmiyorum ama elimden geldiğince beynime bulaşan anılardan tekerlemeler söyleyerek kurtulmaya çalışıyordum.

Sonuç ise herkesin bildiği gibiydi; kendimden ve kalbimin sancılarından kaçamak konusunda pek harika değildim. Tabanlarım ağrıyana kadar, zihnim susana kadar, önümdeki domates fidelerinin tamamı bitene dek rüzgarda birbirlerine çarparak çıkan yaprakların zikrini dinledim kuş sesleri eşliğinde. İki büyük hasır sepeti ağzına kadar doldurduğumda Sancak'ın da iki büyük sepeti doldurduğunu gördüm.

"Bunları alacak kadar şişeniz var mı?"

"Kilere bakmalı,"dedikten sonra bizimkinin kardeşi gibi duran evlerinin alt katındaki kilere ilerlemeye başladı. Ben de peşi sıra domatesleri yıkamak için leğen, kaynatmak için kazan var mı diye bakmaya girdim arkasından. İki büyük terekte yüz kadar boş konserve şişesi, büyük bir kabın içinde de henüz tertemiz duran kapakları vardı.

"Yirmi beş şişe dolar heralde," dedikten sonra kilerin duvarına yaslanmış yirmi beş santim yüksekliğinde yuvarlak olan kazanı göstererek, "Şu kazanı da çıkaralım, bir de büyük bir leğen varsa," demiştim ki duvardaki büyük çiviye, kenarı delinerek yorgan ipliğiyle asılmış kırmızı leğeni gördüm. "Şunu da indirelim."

Sancak bir an yüzüme donuk bir şekilde baktı, ardından benim onca söylenişimi sadece başını sallayarak onayladı. O kazanı çıkarırken ben kırmızı leğenin içine konserve şişelerini dizmeye koyuldum. Uzun uğraşlar sonucu iki posta da dışarı çıkardığımız şişeleri sıcak suyla yıkayıp buz gibi akan suyla duruladık. Ekip çalışmaları, organizasyon, iş birliği, kontrollü olma gibi birçok şeyler marketteki müdürümüzün disiplinine iyi adapte olmamla ilgiliydi.

Ben, kırmızı leğenin içine doldurduğumuz olgun domateslerin kabularını ince ince soyup kazana atıyor, kazanın başına altına çektiği kiremitle oturan Sancak ise soyulmuş domatesleri doğruyordu. Başlarda domatesleri yalnızca ikiye bölüp atmak istediği için kavga etsekte en azından 6 parçaya bölmesi konusunda onu ikna edebilmiştim. İnatçı, huysuz, tartışmaya bayılan Sancak'ın konuştuğunda tartışan bir yapısı olmasa daha çekilir bir adam haline bürüneceğine öyle çok eminim ki fakat o ısrarla tartışmalar, huysuzluklarla varolmaya devam ediyordu. Beyaz, şile bezinden olan elbisemin kollarında başlarda oluşan sarı lekeler domatesleri topladıkça domates yapraklarından zorla çaldığı renge bürünmüş, hatta onun üzerine bir de soymakta olduğum kırmızı domateslerin suyu eklenivermişti.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin