Ben hasta bir insanım... Gösterişsiz içi hınçla dolu bir adamım ben. Sanıyorum, karaciğerimden hastayım. Doğrusunu isterseniz, ne hastalığımdan anladığım var, ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum. Tıbba, hekimlere saygı duymakla birlikte, şimdiye dek tedavi olmadığım gibi, bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum. Üstelik boş inançları olan bir insanım, hem de tıbba saygı duyacak kadar. (Oldukça iyi bir öğrenim gördüm, boş inançlara inanmamam gerekirdi, ama inanıyorum işte.) Hayır, hayır, salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum.
Siz bunu anlayamazsınız. Ama ne ziyanı var, ben anlıyorum ya! Bu huysuzluğumla kime kötülük edeceğimi açıklamak elimde değil, bunu ben de bilmiyorum; bildiğim bir şey varsa, o da tedaviden kaçmakla hekimlere bir "zarar veremeyeceğim" olsa olsa bütün zararı kendimin çekeceğidir. Yine de hıncımdan tedavi olmuyorum! Karaciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın!
İki ayrı klan, farklı topraklarda hüzünle dalgalanan iki ayrı bayrak. İki renk. Kırmızı ve mavi.
Lanetlenmiş iki düşman halkın üzerine güneş gibi doğacak olan iki insan. Anna ve Andrew.
Her şey yıllar önce başladı. Yanlış anlaşılmalar, gurur, hırs ve öfke. İnsanları karanlığa iten büyücünün adaleti son bulmak üzere. Fakat bu öyle kolay değil. Savaşmak için yetiştirilmiş varisler zor bir karar ile karşı karşıya!
*
"Ben nerede yatacağım şimdi?" diyerek adama sorduğunda aldığı karşılık adamdan yükselen bir horlama oldu. Anna gerçekten şok olmuştu.
"O zaman ben de senin odanda yatarım," dediğinde adam yine horlamıştı.
"Sen cidden horluyor musun?" Adam tekrardan horladı.
"Sarhoşluktan kaynaklandığını düşünmek istiyorum.."
*
Aşk, tutku ve nefretin kehanet ile can bulmuş hali...
Tamamlanmıştır.