Yıldız Sürgünü | Kayıp Kaderler Serisi Birinci Kitap
Dünya, bilinenlerin ardına gizlenmiş sırlarla dokunurken birbirinden habersiz dört ruh, stratejik bir oyunun beklenmedik piyonlarıdır ve küçük bir devinimle aralanan perdenin ardında, akıllara durgunluk veren bir gerçek saklıdır.
Fedakarlıklarla kazanılmış şanslar, gökyüzünden sürülen yıldızlar ve kayıp kaderler.
İncilerle bezeli gök kubbenin altında, Rauahure Adasının gölgeleriyle örülmüş karanlık sahnede, bu masallar yankılanır. Bir destan, yazıldığı gibi toprağa karışır. Fersah fersah derinlere gömülmüş tapınaklar, kuytularında kadim zamanların hakikatini taşır.
Zamanın acımasız akışındaysa gerçekler, anıların hükmüyle dokunur. Anılarsa masallarda can bulur ve bazı masallar, yalnızca unutulmaya mahkûmdur.
Yıldız Sürgünü de unutulur, unutulmuştur. Ancak kaderin ördüğü her ağ, dengeyle yoğrulan incelikli sistemler bütünüdür. Her gerçekse yaşamın bir noktasında, sarındığı gölgelerden kurtulabilecek kudreti bulur.
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler daima onun boynunu süslemiştir. Lüks içinde yaşarken hayatta istediği her şeye kolayca sahip olmuştu. Üzerine titreyen iki abisi, onu hep güldüren kız kardeşi, iyi bir yengesi ve onu sürekli çıldırtan bir hizmetçisi varken hayat ona karşı fazlasıyla cömertti.
Tüm bunları ne bozabilirdi ki?
Bir gece korkunç bir ritüele kurban edildiğinde gözlerini bambaşka bir dünyada açar. Orta Çağın hiyerarşisinin içinde kalmışken eve dönmek hiç kolay değildi. Kendi dünyasında bir öğretmenken Ölümsüzlerin akademisinde bir hizmetçi olunca, sınıf farkının acımasız gerçekleriyle yüzleşir. Burası onun dünyası değildi, burası barbarların hüküm sürdüğü Araftı ve o, hayatta kalmak istiyorsa lüks alışkanlıklarından ödün vermeyi öğrenmeliydi.
***
"Medeniyet yoksunu, vahşi barbar!" diye ona sesimi yükselttiğimde çatılan kaşları umurumda bile değildi. Tüm gün kuyudan su çeken o değildi.
"Şu sivri dilin bir gün başına bela olacak." Sert bakışlarla beni uyardıktan sonra merdiveni işaret etti. "Kahyadan fırça yemek istemiyorsan işinin başına dön."
"O kadın bir cadı." Ondan bahsederken bile tiksintiyle yüzümü buruşturdum. "Bence benden nefret ediyor."
"Hayret." Kaşları alayla yukarı kalktı. "Oysaki çok sevilesi bir kadınsın." İğneleyici sesiyle ters ters ona baktım. "Sizde öyle Savcı Bey," dedim oyunbaz bir ifadeyle. "Sizi görenlerin yüzünde güller açıyor."
"Bunu inanarak söylemiyorsun."
"Tabii ki inanarak söylemiyorum."
Gülerek bana ikinci kez merdiveni işaret etti. "İşinin başına dön aksi taktirde yarın seni sınıfıma almam. Bir hizmetçiye ders verdiğim için yeterince sorun yaşıyorum."
Bu vahşiler kendi dünyamda ne kadar zengin ve asil olduğumu anlamak istemiyordu.