"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu.
Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın ola bana o isim ile seslenme. Senin o ismi demeye artık hakkın yok! Balca'yım ben anladın mı?!"
Sendeledi, canı yanmıştı, yansındı. Bana bunu yapmayacaktı. "Senin adın o, ben nasıl senin adını başka bir isminle sesleneyim Ala!"
Benim adım artık Ala değildi, o Ala'yı bitirmişti, Ala tekrar ölmüştü. Bir daha gelmemek üzere. Sinirle omzundan ittim. Tekrar sendeledi. Kimsenin yıkamadığı Yüzbaşı Karan Çevik'i ben bir itmeyle yıkıyordum. "Öldürdün lan Ala'yı, öldürdün. Bir daha geri getirmemek üzere öldürdün." Gözlerinde yapma der gibi bir hâli vardı.
Yapacaktım. "Deme öyle, nolursun Ala yalvarıyorum sana deme öyle." Sol gözünden yaş aktı.
"Ne yalvarıyorsun lan sen bana! Ne hakla? Hangi sıfatla bana yalvarıyorsun. Artık ne ölüne ne ölüme Karan Çevik."
İki Yüzbaşı, iki çocukluk arkadaşı, iki asker arkadaşı, iki şehit çocuğu, iki yaralı çocuk.
Bir tim komutanı, bir o timin askeri.
Ya ikisi birbirini tamamlayacaktı, ya da ikisi de birbirini bitirecekti...