Dediğiyle bir lahza beklemeden defterini alarak gitmişti bey oğlu. Ardında dolu dolu olmuş gök gözler bıraktığını bilmeden öylece gitmişti. Genç kız ise bastırmıştı güceniklikle titreyen kiraz dudaklarını birbirine. Boğazından sesli bir yutkunuş geçerken masaya bırakmak yerine daha sıkı sarınmıştı sepetinin sapına. O marabalara yapmamıştı ki bu lokumları. Aşlıkta kalan son malzemeleri tanımadığı etmediği marabalar karın doyursun diye harcamamıştı. Lakin yoktu. Onun bu işten caymaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Bugün değilse yarın, yarın değilse öbürsü gün olacaktı istediği. İnce parmağını kaldırıp gözyaşlarını durdurmak ister gibi bastırmıştı gözpınarına. Ve içine kesik bir soluk çekip geldiği yola dönerken titrek bir solukla mırıldanmıştı. -Şu göynümü eze eze un ufak etsen de caymayacam Yıldırım Bey! Yüreğimi yerinden söküp yerde sürüsen de caymayacam! Emmingile gelin, konağına hanım olmazsam bana da Asya kız demesinler!'