Yırtık bir haritanın üstüne yönünü kaybetmiş bir pusula bıraktı. Kaybolduk. *** "Korkuyorum," dedim hislerimi dile getirip duvara yanaşırken. Azrail benliğimi benden çalacakmış gibi, ellerimi önümde çapraz yapmış ona inanmamam gerektiğini kendime söylüyor, bunu adeta bir zikir haline getiriyordum. "O da bana dokunmayacağını söylemişti, dokundu, kirletti beni." Zihnimdeki karmaşayla ona kâbuslarımdan parçalar anlatmaya başladım. "Üstüme çıktı," derken sesim kısılmıştı. "Sonra dudağımı öptü, kirletti beni..." "Sen kirli değilsin," dedi. "Ruhun tüm kirlerden arındı, Sedef. Lütfen, sana bir şey yapacağımı düşünme. Lütfen..." Yalvarır gibi kurduğu cümleler için puslanan zihnime "güven" kelimesini hatırlattım. Güven kelimesinin karşılığının olmaması hayatın bana "acı çek" deme şekliydi. Acı çekiyordum işte. "Güven!" diyordum ya içimden, adını sayıklıyordum ya geçmişimin, her an enkazın altında kalıyor, yaşamı hissettiğim her ana acıyı parmak uçlarımla kazıyordum. O, hep iyiliğimi isteyen, yaralarım tamamen iyileşsin diye ruhumdaki yara bantlarını tek tek çıkaran ve kendi ruhuyla dolduran adamdı. "Cihat," derken tarumar olan hislerim yüzünden sesim berbat çıkmıştı. Ben ailemin hayatını mahveden: annesini doğarak, babasını yaşayarak öldüren o kızdım. Ellerimde kan yoktu ama kaderim kanlı bir kalemle yazılmıştı. "Ben kime güvendiysem beni hep yarı yolda bıraktı. Sana güvenemem." Yüzündeki ifade değişmedi. "Peki," dedi yüzünde payidar olan kırık tebessümle. "Gözyaşlarını silebilir miyim?" "Ağladığımı neden düşündün?" "Körüm," dedi. "Hissiz değilim."
29 parts