Bir adama yenilmemek için neler yaparsınız?
Hayatta kalmak için şehir şehir gezen bir kadın...
Her şehirle birlikte yepyeni bir kimliğe kavuşup, sırf bir adama yenilmemek için neyi var neyi yoksa ortaya koyarken bir anda kollarına düştüğü yabancıya kuvvetle çekilirken ona güvenebilecek miydi?
Bu sefer gittiği şehir onun hirası değil, yepyeni yarası olacaktı.
"İki köklü ağacın ortasında gibiyim.
Bense bunların toprağı gibiyim.
İkisi de köklerini o kadar derine salmış ki içimde,
ağaç devrilse bile kökü kalır.
Bir ağacı kökünden sökmenin mümkün olmadığını on beş yaşımda öğrendim. Abim bahçeyi süsleyen bir sürü ağaçlardan kalan son ağacı sökmek isterken. Evimizin kapısının hemen önünde, iki tarafta, bir bölmede çiçekler dikiliydi. Bir çam ağacı da bir bölmenin hemen yanında bulunuyordu. Yolu kapattığı ve trafiğe zarar verdiği için kesilmesi gerekiyordu. Tehlikeli olduğu gerekçesi ile abim idamına karar vermişti o dallarını yuva bilmiş kuşların konduğu ağacı. Elektrikli testerenin ağaca işkence ederken çıkardığı o ses hâlâ kulaklarımı tırmalar.
O ağaç kesildi ama sökülmedi. Toprağa öyle bir sarılmıştı ki, sanki baba mirasıydı da bırakmıyor, terk etmiyordu toprağını.
Ömrümüze misafir olan insanların bir kısmı da ağaçlar gibi; onları tamamen yok etmek mümkün değil.
Kesmek mümkün ama söküp atmak imkânsız.
Erdem'i istemesem bile topraklarıma sarılı kökleri var.
İvan onu kesmeye çalışmış ama söküp alamamıştı.
Alamayacaktı da.
Ben, toprak olana kadar, bedenim de topraklaşana kadar Erdem içimden sökülmeyecekti."
*Bu bir hikaye değil, bir iç döküştür.
Küfür ve uygunsuz sahnelere yer verildiği için on sekiz yaşından küçüklerin okuması uygun değildir. Yazılanlar yetişkinler içindir.
*Hikaye 2016 yılında başlamıştır, yayınlanmıştır ve düzenlenmiş haliyle yeninden yayı
Yağmur yağıyor, her yeri sel alıyordu. Sokaktaki insanlar ıslanmamak için oradan oraya koşuyor, trafik arabalar sayesinde tıkanıyordu. Şemsiyesi olan insanlar rahat bir şekilde yolda yürüyordu. Şemsiyesi olmayanlar ise şanssızdı. Yağmurdan ıslanmamak için korunacak yer arıyorlardı.
Şemsiyesi olmayan, elinde kalın hukuk kitapları, üzerindeki deri ceketi ile rahatça yürüyordu İzem. Acelesi yoktu. Islanmayı seven biriydi. Küçükken babası onu sokağa attığında yağmurun altında kendi kendine eğlenir, biriken suların üzerine zıplardı.
Uzun kahverengi saçları ıslanıp birbirine karışmıştı. Elindeki hukuk kitapları çantasına sığmadığı için elinde sımsıkı tutuyor, ıslanmamaları için boynundaki kahverengi atkıyı kitaplarına siper ediyordu.
İzem Karasu.
Üniversite son sınıf öğrencisiydi kendisi. Yirmi üç yaşında, geleceğinin hayallerini kuran ve başarılı bir savcı olmayı hedefleyen bir hukuk öğrencisiydi. Son yılının bitmesine ve mezun olmasına sadece aylar kalmıştı.
Metro durağına inen yürüyen merdivenleri görene kadar normal hızda yürümeye devam etti. Yürüyen merdivenler gözüne çarpar çarpmaz adımlarını hızlandırdı.
İzem dışarıdan çok sert görünürdü. Bakışları her zaman insanlara nefretle bakardı. Oysaki sıcakkanlı biriydi. Sevdiklerine karşı çocuksu olurdu. Merhametli ve sevecendi. Soğuk olduğu insanlara acımazdı.
Metro durağına geldiğinde metro gelmişti bile. İnsanlar birbirlerini ittirerek metroya ulaşamaya çalışıyordu. Sanki birbirlerini itmeseler metroya binemeyecek gibi bir halleri vardı.
.....