Carmen

841 35 89
                                    

Bazı hikayeler başlamadan biter. Sonunu bilerek girersin çıkmazlara ve geri dönerken şaşırmazsın. Kızmazsın verdiğin aptalca kararlar için kendine. Bende kızmıyorum. Hiçbir şey için...Kendime. Evet...
Ne ona...Ne de kendime. Kızmıyorum.

İşte bu da, o boktan hikayelerden biri. Sonunu bilmiyor ama tahmin edebiliyorum. Ona rağmen içinde bulunduğum ve onu da derinlere çektiğim hikayemi anlatıyorum sizlere. İyi bitmiyor ama başlıyorum. O yüzden dinleyin şimdi. Dikkatle ya da nasıl istiyorsanız öyle. Baştan sona benimle ilerleyin ya da sıkılırsanız yarısında uzaklaşın. Girdiğiniz gibi çıkın sonu görülmeyen sokaktan. Yolun nereye gittiğini bilemeden. Çünkü dediğim gibi. Bilmiyorum. Sonumu ya da sonumuzu. Belki de değildir. Bu yolun sonu...
Çıkmaz. Belki de vardır. Her çıkmazın bir patikası. Her yalnızın bir aynası. Kendinden başka birinin daha olduğunu hatırlamak için tuttuğu...Bir ayna.
Peki...
Sen o musun? Sen benim aynam...
Yalnızlığımın bir gölgesi misin? Ya da...En azından...
Bir zamanlar da olsa...Öyle miydin? Alexander.

...

01. 01. 2006.

Yine haziran sıcağının olduğu bir sabah...
Günlerden salı...
Güneş gökyüzünde...
Bahçeden gelen kıkırtılar...
Yatağından zorla da olsa kalkan ya da kalkmak için çabalayan genç bir adam. Adam fazla kaçar herhalde...
Bıkkın bir iç çekiş, hızla üstünü giyinmeler...
Sanki acelesi varcasına koşuşturuyor ve aynayla kısa bir bakışma yarışmasına giriyor yine.
Sonsuzluğa uzanan gözleriyle...
Koyu kahve...
Dağınık saçların sarmaşıklar halinde indiği alnından aşağıya süzülünce, işte!! Heyecanla parlayan...
Gözler...
Evet...

Odasından çıktı. Koridorda ilerlerken sıcak yüzünden nefes alamadı. Sinirlendiği için küfürler savurmaya başladı. Neye kızdığını biliyor mu? Sanmıyorum. Evden çıktı ve sokaklarda yürümek için uzandı. Tek başına. Nereye gittiğini bilemeyerek. Hayır biliyor. Kütüphaneye...Gidiyor. Evinin bulunduğu sokağın iki altında kalan. O eski, tozlu...
Biri üflese yıkılacakmış gibi duran.
Kütüphane.

Heyecanla...Merakla ve özlemle. Düşünüyor. Kendine bir yalan bulmak adına ki yalan söylemeyi beceremediğini biliyor. Bakınca yalan değil zaten. Yalan değil bu. Bahane...
Zaten karışık olan saçlarını karıştırıyor ve geriliyor. Sonunda sokaklar ona ihanet ederek kütüphaneyi önüne sunduğunda da, daralıyor. Neden bu kadar heyecanlandığını anlamıyor doğrusu. Sadece ona, onu görmek istediğimi söyleyebilir. Bunu biliyor. Onu özlediğini...Oysaki daha dün akşam birliktelerdi. Çatıda oturmuş saatlerce sohbet etmişlerdi. Gece yarılarına kadar. Simsiyah gökyüzünü süsleyen yıldızları izleyerek ve gülüşerek ama bu onun özlememesi için bir engel değil. Çünkü genç adam, henüz küçük kız ayağa kalkıp kollarının arasından sıyrılarak ondan uzaklaşmak için ufak bir adım attığında bile ürperiyor. Yalnız hissediyor. Ufak bir adım, mesafeleri bile açamazken...

Kütüphanenin büyük kapısına uzanan eli, ağır kapıyı zorlada olsa itti. Çıkan gıcırdama sesi, göz bebeklerini büyüttü. Herkes ona doğru döndü. Sertçe yutkundu. Yavaşça ilerlemeye devam ederken titredi. Rafların arasında...Loş ışığın aydınlattığı saman kağıdının kokusunu süsleyen kütüphanede.
Gözleri onu bulmak adına geziniyor ve umudu bir toz bulutu gibi uçup gidiyor sanki ellerinden. O ana kadar. Tatlı bir kıkırtı...Mırıltı...İşte orada duruyor.
...Carmen...
Üzerindeki mini beyaz elbisesiyle, yerde uzanıyor. Elindeki kitabı heyecanla okurken dudaklarını ısırıyor. Gözlerini hızlı hızlı kırpıştırıyor ve Alex'in dudakları da sanki bir sırrı açığa çıkarmak adına aralanırken...Yavaş...Yavaş...Yavaş...

"Lo-li-ta"

Derin İngiliz aksanı..Sessizliğe dağıldı. Genç kız korkarak doğruldu. Alex onun için beklenmedik bir sürprizdi çünkü. En sevdiği sürprizlerden biri.
Utandı. Yanakları kızardı ve dudaklarını ısırdı. Bu kitabı okuduğunu bilmesini istememiş ki Alex eklemişti.

"𝓒𝓾𝓻𝓽𝓪𝓲𝓷𝓼...𝓐𝓷𝓭...𝓟𝓾𝓹𝓹𝓮𝓽𝓼..."                   AlexTurnerWhere stories live. Discover now