1 - "Gözlerimin İçine Bak"

991 73 45
                                    


Zıtlıklar.

Birbirlerini tamamlayan zıtlıkların uyumu hep güzel bulunmuştu. Siyahla beyaz, soğukla sıcak, erkekle kadın gibiydi bu. Zıtlıkların vazgeçilmez uyumu güvende hissettirirdi. Tüm bu zıtlıkları düzenli kılan, akışını bozmayan özellikler vardı. İnsan kendine yapıştırdığı özelliğin etiketine göre davranmalıydı yoksa eşini bulamazdı. Eğer belli bir özelliğiniz yoksa zıt tarafı bulamazdınız. Bu da yapbozunuzun eksik olması demekti.

Yapboz, bir diğer parçası olmadan tamamlanması imkansız bir şeydi, değil mi? Eğer her yapboz parçasının bir diğerinden farklı olduğunu hepimiz kabul edebiliyorsak zıtlıklar güzeldi. Bizi tamamlar, güvende tutardı.

Fakat bazen kaybolan bir yapboz parçası gibi hissederdim kendimi. Hiçbir boşluk beni tamamlayamazdı. Bir şeyler eksikti ya da çok fazlaydı. Bilmiyordum.

Bildiğim tek bir şey vardı.

Uyum sağlamaya çalıştığım bu dünya benim yapbozum değildi.

Ona uyum sağlamaya çalışmak için kalbimden bir parçayı kesip atmam ve kendimi, bana sundukları boşluğa sıkıştırmam gerekiyordu.

Bunu yapacak gücüm yoktu benim. Zihnim başka bir bilmecenin peşinde koşuştururken sosyal hayatıma kendimi adayamıyordum. Gördüğüm kabuslar, bir an bile beni bırakmayan kafamda yankılanan o yabancının sesi, kalbimdeki anlamsız acı.. Hepsi o kadar boğucuydu ki ölmek istememe neden oluyordu. Yine de bazen tüm bu hisler beni hayatta tutan tek neden olup çıkıyordu.

Onlarla savaşmak için ne şansım varsa kullanıyordum.

"Fotoğraflarda göründüğünüzden daha iyisiniz Bay Kim." İnce elleri zarifçe tuttuğu çatal ve bıçakla ahenkli bir şekilde etin üzerinde hareket ederken kuruyan boğazımı küçük bir öksürükle temizleyip söze başladım. "Sizin gibi güzel bir hanımefendiden bunu duymak iyi hissettirdi gerçekten. Teşekkür ederim." Nazikçe gülümseyip şaraba uzandım. Gözleri her hareketimde beni bulurken kızaran yanaklarına rağmen kıkırdamıştı. "Ne demek Bay-"

"Seokjin." Sözünü yavaşça kesip şarap dolu bardağı ona doğru uzattım. "Ismimle hitap edersek.. Ah bu arada, şarap içer misiniz?"

"Pek naziksiniz. Tabii."

Sohbet uzayıp giderken sonunda benimle anlaşabilen tatlı bir kadını bulduğum konusunda kendimle hemfikirdim. Lakin bu, pek de uzun sürmemişti.

'eş!seokjin!bul!eşin!eşlerin!'

Yankılanan yabancı sesler sayesinde eğlencemizi yarıda kesmek zorunda kalmıştım. Ona alkolün bünyeme iyi gelmediğini, dinlenmem gerektiğini söylediğimde anlayışla karşılaşmıştı ve restoranttan ayrılmıştık.

Sun Hee'yi evine bıraktığımda şehir karanlığa boğulmuş, alkole pek de dayanıklı olmayan bedenime giren acılarla kendimi zar zor binanın girişine atmıştım. Merdivenleri teker teker çıkarken bir elim başımın sızlayan iki yanını ovuşturuyor diğer elimle de düşmemek için duvardan destek alıyordum. Koridorun sonundaki dairemin kapısına ulaştığımda elimi duvardan çekip cebime indirdim.

Fakat istediğime ulaşamamıştım. Dairemin anahtarlarını cebime koyduğumdan emindim. Dudaklarımın arasında kısık sesle fırlayan küfürle birlikte arkamı döndüm. Muhtemelen arabada unutmuştum. Bu baş dönmesiyle merdivenleri inmek istemiyordum. Asansöre ilerledim. Görüş alanım hafif hafif bulanıklaşıyordu. Sirkelenip kendime gelmeye çalıştım. Asansörün kapısı yavaşça açılırken içeriye girip giriş katı düğmesine bastım ve geriye yaslandım. Gözlerimi dinlendirmek umuduyla kapattığımda kafamdaki sesler daha da artmıştı.

Our Way Out | taejinkookWhere stories live. Discover now