1

1K 86 37
                                    

''Sağlıklı olacağım, hastalanmayacağım ve ruh eşimi bulacağım.''

''Sağlıklı olacağım, hastalanmayacağım ve ruh eşimi bulacağım.''

''Sağlıklı olacağım, hastalanmayacağım ve ruh eşimi bulacağım.''

_________________________________

Ruh eşimi bulacağım. Ruh eşimi bulacağım. Ruh eşimi bulacağım.

Yabancı sokaklarda yürürken kendi içimde tekrarladığım cümleye odaklanarak yabancı bir yerde olmanın insanda uyandırdığı panik hissini bastırmaya çalışıyorum. Son yarım saattir olduğu gibi ara sokaklardan kurtulamamışken bu yaptığımın iyi bir fikir olup olmadığını sorguluyorum. Hissettiğim yalnızlığı sona erdirmek için gerçekten buna gerek var mıydı? Hiç bilmediğim bir yerde yeni bir düzen kurmama gerek var mıydı? Zihnimi bulandıran düşünceleri; pişmanlığın buhranına kapılıp her şeyi, yeni bir şansı kaçırmamak ve çöp etmemek adına hızlıca dağıtıyorum. Neticede en önemli şey inanmak. İnanarak buraya geldim ve pişman olmayacağım.

Kaybolma hissiyle çevremdeki binaların görkemli mimarisine odaklanamazken adımlarımı yavaşlatıyorum. Hızlı hızlı, adeta kaçarcasına atılan adımların beni yalnızca yorduğunu fark ettiğimden daha çok. Omuzlarım düşerken bir süredir çiselemekte olan yağmur daha da hızlanacağının haberini verircesine tenimde bıraktığı damlaları sıklaştırıyor.

Yanaklarımı şişirip bulunduğum sokaktan çıkmak adına eski bir binanın köşesinden döndüğümde beni daha canlı, en azından bir kaç kafenin bulunduğu, bir sokak karşılıyor. En yakındaki kafede benim gibi yağmurdan kaçmak isteyen insanların uğultusunun taştığını fark edince orayı direkt seçeneklerim arasından çıkartıyorum. Sol tarafımdaki kafe de ilgimi çekmezken sokağın en sonundaki, dışardan bakınca kırmızı dükkan panjuru hariç ilgi çekici gözükmeyen kafe beni kendine çekiyor. Oraya gitmem gerektiğini hissederken burada olma amacımın bir sonuca ulaşacağını, onun da o kafede olabileceğini düşünüyorum.

Felix şu an burada olsaydı kesinlikle benimle dalga geçerdi. Yağmurdan olsa gerek kapalı tuttukları cam kapıyı itip içeri girdiğimde fazlasıyla sıcak hava beni karşılıyor. Kapı önünden ayrılmadan önce bulunduğum mekanı analiz etmek ve kendime seveceğim bir yer seçme, daha çok beni bu kadar çeken yerde beni neyin beklediğini görme amacıyla kafenin içini süzüyorum. Kapıyı açıp kapamamın ardından çıkan küçük çan sesiyle bir iki çift gözün bana dönmesi ve ilgilerini kaybetmesi ile gözlerim duvar taraflarındaki yumuşak minderli iki kişilik oturma alanları ve orta taraflardaki sandalyeli kısımlar üzerinden kayıyor. Sadece ders çalışan veya bilgisayarıyla işiyle meşgul olan insanlar olması hoşuma giderken yumuşak koltuklu yerlerden birine oturmayı aklıma yazıp sipariş vereceğim yere ilerliyorum.

İçeri ilk girdiğimde sadece sese bakıp sonra tekrar önüne dönen insanların aksin izlendiğimi hissederken önümdeki tezgaha yaslanıp kasadaki kızın arkasında bulunan menüye kısa bir göz gezdiriyorum.

''Puis-je avoir un cheesecake au citron et un latte glacé ?*''
(''Limonlu cheesecake ve iced latte alabilir miyim?'')

''Quel est votre nom?''
''Adınız nedir?)

''Peter.''

Kolaylık olması adına yabancı ismimi söyledikten sonra kasaya girdiği ücreti uzatıyorum ve siparişi bekleme kısmına geçiyorum. Üzerimde hala bakışları hissetmeye devam ettiğimden tezgaha yaslanıp tekrardan kafenin içine bir göz atıyorum ve oturmayı planladığım yöndeki masalardan birinde; açık kumral, uzun saçlı ve çekik gözlü bir çoçuğun bakışlarını yakalıyorum. Bakışlarımız birleştiğinde küçük bir tebessüm verip hafifçe başını eğiyor. Rahatsız edici gözükmemek için yaptığını tahmin ediyorum. Aynı şekilde gülümseyip başımı eğerek karşılık verdiğimde aramızdaki bakışmayı kopartan siparişimin hazır olduğunu söyleyen ince ses oluyor.

Gümüş renkli tepsiyi dikkatlice tutup oraya yöneldiğimde çocuğun bakışlarını yeniden üzerimde hissediyorum. Bu kafeye girmek için duyduğum çekim yerini, onun yanına gitmek arzusu ile değiştiriyor. Duvar kenarı oturma masalarının olduğu kısma geldiğimde hangi yerin daha iyi olacağını seçmek için baştan sona bakışlarımı masalarda gezdiriyorum ancak bakışlarımız yeniden buluştuğunda daha büyük bir gülümsemeyle konuşuyor.

''tu peux t'asseoir avec nous.''
(Bizimle oturabilirsin.)

Adımlarımı ona doğru yöneltirken zaman yavaşlamış gibi hissediyorum. Kulağıma gelen uğultular yavaşlıyor, kendimi yanında buluyorum. Onun karşısında oturan çocuk anadilimde konuşurken bakışlarını bana çeviriyor.

''Merhaba.''

Benim gibi Koreli olduklarını tahmin ederek Fransızca konuşma gereği duymuyorum.










İlk yazdığım haliyle gözüme biraz zayıf gözüktüğünden tekrardan yazıp yayımlıyorum. Umarım seversiniz.

 Umarım seversiniz

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
My Reality | HyunhosungWhere stories live. Discover now