BÖLÜM 10: ATEŞ RUHLU SAVAŞÇI

27 10 2
                                    

Merhabalar 🤗Alaca'yı yakından tanıdığımız bir bölüm oldu. Keyifli okumalar.

        
        Hasat zamanının telaşı kasaba halkını iyice sarmışken, çiftçiler var gücüyle yükselmiş güneşin altında çalışıyorlardı. Merkez şehir Sarpgeçit'ten gelecek avcılar, mahsulleri teslim alacak, onlara kış boyunca yetecek para ve et bırakacaklardı. Al sülalesinin bulunduğu taşra kasabasının tek geçim kaynağı buydu.

Sıcaktan iyice bunalmış olan adam, buğday tarlasının ortasında şöyle bir doğrulup, ensesindeki mendiliyle alnındaki teri kurularken, belinin ağrısıyla yüzünü buruşturdu. Suratı sıcaktan kararmış, susuzluktan dili damağına yapışmıştı. Etrafına baktığında üç yetişkin oğlunun, kendisi gibi canla başla çalıştığını gördü. Su istemek için başını, incir ağacının altına doğru çevirdiğinde az önce orada oturup oynamakta olan kızının, artık orada olmaması sebebiyle kaşlarını çattı. Sıkıntıyla iç geçirirken, öfkesi başına yürümüş sinirden iyice sıcak basmıştı. Onu getirmemeliydik diye düşünürken, karısını hiç de saygın olmayan bir biçimde andı. Sabah onlar tarlaya gelirken, kızı onlara doğru iteklemiş,

"Aman götürün bunu da. Evde her şeyi kırıp döküyor." Demişti.

Elini öfkeyle beline koyarken, çalışmakta olan büyük oğluna seslendi:

"ALBATUR!"

Albatur, babasına dönerken, elini kaşlarının üzerine koyup güneşe siper etti.

"Efendim baba!"

"Alaca kaybolmuş yine! Bul getir şu çocuğu haydi!

Albatur oflayarak orağını yere atarken kız kardeşini aramak için ormana doğru yöneldi.

* * *

"AL KIZ GELMİŞ! ALACA KIZ GELMİŞ! GEL BAKALIM ALACA KIZ, NE OYUNLAR BİLİRİM! DUR DA SANA GÖSTEREYİM!"

Kız çocuğu, ağacın dalında ters bir şekilde sallanmakta olan Bedik'e doğru bakarken ormanda iyice ilerlemiş olduğunun farkında bile değildi. Az önce babası ve ağabeyleri tarlada çalışırken, o da ağacın dibinde oynuyordu oysa ki. Babası ve ağabeyleri susadığında, onlara su götürecekti. Ona verilen görev buydu. Fakat oynarken, birinin ona seslendiğini duymuştu. Küçük kız bu durumu hiç de garipsemedi. Ne zaman yalnız kalsa ya da ormana şöyle bir yaklaşayım dese, onu çağıran, adını haykıran sesler duyardı. Alaca, ormanlardaki karanlık ruhların varlığını bildiğinden bu seslere kulak asmamaya çalışırdı. Fakat yine de ormanlardaki gizemli güzellikler, küçük kızı çoğu zaman tuzağına düşürürdü. Merak onu yiyip bitirirken, sinirli babasından ve ilgisiz annesinden kaçıp, sık sık ormana giderdi. Orman, her zaman tehlikeliydi ama Alaca'nın başına bugüne kadar hiçbir şey gelmemişti. Çok ürpertici, dehşetli ruhlarla karşılaştığı da olurdu. Fakat Alaca, korku içerisinde hareketsiz kalakalırken, ruhlar ona hiç dokunmazdı. Kıza şöyle bir bakıp süzülerek ortalıktan kaybolurlardı hep. Alaca, bu durumu garipsemezdi, çocuk aklıyla bu ruhların herkese karşı böyle davrandıklarını düşünürdü. Bu sebepten ormanlardan hiç korkmazdı. 

        Nereden bilecekti, Tanrıça Umay'ın koruması altında olduğundan, ruhların ondan uzak durduğunu?

Ormandaki karanlık ruhların hepsi korkunç değildi. Karşısında ağacın tepesinde taklalar atan boynuzlu, geniş ağızlı Bedik gibi oyunbaz olanları da vardı. Bedik, sinir bozucu bir varlık olsa da tehlikeli sayılmazdı. Eğlenceyi severdi ve insanlardan korkardı. Alaca'yı her gördüğünde, küçük kıza oyunlar yapar onu eğlendirirdi. Ama bazen ortalıktan kaybolup, sonra aniden çıkarak; durup dururken kızın saçını çekerek, Alaca'yı sinirlendirdiği de olurdu. Yine de Alaca kaşlarını çatıp ona bağırdığı zaman, kedi gibi bir köşeye pısar ve temkinli bakışlarıyla kızı izlerdi. Şimdi ise karşısındaki ağaçta daldan dala atlıyordu. Bir yandan da vızıltı gibi çıkan sesiyle, tekerlemesini söylüyordu.

DEMİRKAZIK'IN PERDESİ Where stories live. Discover now