Başlangıca Yolculuk

113 24 3
                                    


Trajikomedyalar dünyası mı demeliyim, hayatım mı? Bilemiyorum. Haklı haksızlıklarım, kırgın kırdıklarım, öfkeli öfkelendirdiklerim, susarak susturduklarım ha bir de ben. Büyük bir çıkmazın içindeyiz. Ne birlikte bir bütün olabiliyoruz ne de onlardan kurtulabiliyorum. Fazla düşünen insanın her şeye bir çözümü vardır değil mi? Öyle olmuyor işte. Ne kadar düşünürsem düşüneyim bir çıkış yolu bulamıyorum. Ne yapacağım hatta nereden başlayacağım hakkında hiçbir fikrim yok. Bildiğim bir şey varsa o da kendimi bulamayışımdır. Mevzu bahis bir başkası olduğunda bu kadar zorlanmıyorum aslında. Herkesin belli bariz bir bulmacası var. Kimisini çözmek uzun sürüyor kimisi iki dakikalık iş. Peki ya ben? İki dakikalık adam mıyım yoksa çözümü olmayan bir bulmaca mı? Ah dostlarım. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Varlığımla savaşmaya hazır değilim ya da yokluğumla yüzleşmeye. Yokluk sadece ölümle olur sanmayın dostlarım. Varlığın sadece bedenle olmadığı gibi ölüm de bir mezarla olmaz. Öyle olsaydı şayet yıllanmış bir mezarı olurdu ruhumun. Aşk ise katili olurdu. Sizlere aşkı anlatmayacağım, aşık olmayın da demeyeceğim. Bilmediğim bir şeyi anlatamam, yaptığım bir şeyi yapmayın diyemem. En iyi öğrenme şekli yaşayarak olandır da demem. Aklı başında varlıklarsınız, neyi nasıl yapacağınıza yalnızca siz karar verebilirsiniz. Hiçbir sözüm hiçbir zaman sizleri bir şeylere yöneltmek amacıyla ağzımdan çıkmadı, çıkmayacak. Hep içimden bahsettim. Biraz da dışımı açayım sizlere. Daha doğrusu beni tek sahiplenen şeyi, dört duvarımı. Küçük, kutu gibi olan evimi. Beni tüm kirliliğimle, tüm benliğimle kabul eden yeri. Bana karşı olan bu hoş kucaklamasına karşın ona hor davranmışım. Camları pislikten ötürü kararmaya iyice yüz tutmuş. Aylar öncesinde bembeyaz parlayan duvarlarında sigara dumanı izleri. İçine çökmüş, oturunca ileri geri sallanan, zümrüt yeşili renginden koyulaşan eski ama bir o kadar da yumuşak olan okuma koltuğum. Bu evin en güzel parçasına geliyoruz şimdi. Yıllar öncesinden kalma, sahibi belirsiz olan komodinin üzerinde yetmişli yıllardan bu yana güzelliğini korumuş plakçalarım. Şu dört duvar arasında parıldayan tek şey. Özenle baktığım tek şey. Sonrasında ise kitaplığım. İçinde sayfaları tozlanmış yüzlerce kitap. O kitapların arasına karışmış bir şişe eskimiş şarap ve birkaç şarap bardağı. Kitaplığın hemen yanında ufak, ahşap bir masa. Masaya yaslanmış bir adet sandalye. Yarısı tozlu olan masanın üzerinde ise birkaç saat öncesinden kalma zeytin çekirdekleri. Başımı tavana doğru kaldırıp tavanın tam ortasında asılı duran avizeye baktım. Yaydığı ışık fazlasıyla titriyor. Hatta bazen kısa süreli olmak suretiyle sönüyordu. Işığın böyle olması gözlerimi rahatsız etmeye başlamıştı. Cebimden köstekli saatimi çıkardım. Vakit yaklaşmıştı. Komodinin çekmecesinden hasır ipi aldım. Diğer elime ise masanın yanı başındaki sandalyeyi alıp sürükleyerek dışarı çıkardım. Issız bir semtte ıssız bir bahçe ve ortasında ben. Derin bir sessizlik belki de son huzur. Beni taşıyıp taşıyamayacağından emin olmasamda sandalyenin üzerine çıktım.  Hasır ipi incir ağacının en yakın ve en sağlam gözüken dalına sıkıca bağladım. Tekrar saatime baktım. Öğlen ikiyi kırk üç geçiyordu. Biraz daha oyalandıktan sonra hasır ipi boynuma geçirdim. Ayaklarımı usulca sandalyeden kaldırdım. Aynı vakitte, aynı mevsimde, farklı bir şehirde yummuş olacaktık gözlerimizi. Köstekli saatin yere düşüp parçalanmasına gülümsedim. Elveda dostlarım. Bu bir veda konuşmasıydı. Bir şeyleri sezdirmeden anlatmak istedim. Biraz sürprizli bir veda olsun istedim. Bilmem anlatabildim mi? Bilmem anlar mısınız? Elveda dostlarım. Artık saat öğlen iki kırk dört.
-A.S.A

varlığın yokluğuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin