Her şeyin başladığı, o gün!

2.3K 85 24
                                    

        Arabasına binerken tek düşünebildiği, gözlerini yakan yaşları akıtmamak için biraz daha dayanabilmekti.

             Ellerinin titremesini engelleyip arabayı çalıştırmadan önce aldığı derin nefesin ardından kontağı çevirdiği an çalışan motorun sesi duyuldu. Ve nihayet o sesle beraber gözlerini yakan yaşlar özgürlüklerini ilan edip yanaklarından akmaya başladı.

            Otoparktan çıktığında nereye gittiğini bilmeden sadece gidiyordu. Gelecek 10 Eylül'leri yataktan çıkmadan geçirmek gibi kendine anlamsız sözler veriyor; çaresizce, bugün yaşadıklarının unutmak istediği bir kâbus olmasını diliyordu.

            Oysa, yatak odasının penceresinden içeri sızan sonbahar güneşi bugünün güzel olacağının habercisi gibiydi. Güzel başlayan bugünü, gülümseyerek karşılarken hayatının kâbusa dönüşeceğinden habersizdi. Her sabah olduğu gibi erkenden uyanıp sporunu yapmış, kahvaltı yerine de kahvesini içmişti. Her şey öylesine sıradandı ki yaşayacaklarını tahmin etmesi mümkün değildi. Yapacağı tek tahmin, katılacağı toplantının sonucu ile ilgili olabilirdi ki onu da kendine yasaklamıştı.

            Bugüne uygun, dizlerinin üzerinde kalan eteğiyle grinin açık bir tonunun tercih edildiği döpiyes takımını giymiş, çimen yeşili gözlerini saklamak için numarasız gözlüklerini takıp, siyah, gür ve dalgalı saçlarını sıkı bir topuzla gizlemeyi de ihmal etmemişti. Aynada yansıyan görüntüsüne baktığında, yirmi dört yaşın vermiş olduğu havadan kurtulup daha olgun bir kadına dönüştüğüne ikna olmuştu.

            Kadınsan, otuz yaşın altındaysan, hele az da olsa güzelsen, erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü dünyada bırak projeni, kendini kabul ettirmenin ekstra güç gerektirdiğini erken yaşlarda öğrenmişti. Bu yüzden tüm gücünü kullanarak bir ay boyunca aralıksız bu toplantı için hazırlanmış, küçük detayları bile birden fazla kez kontrol etmişti. Çünkü her şey mükemmel olmalı, kendi de dâhil hiç bir şey sunumunun önüne geçmemeliydi. Bunun için karşısına kim çıkarsa çıksın onu ezmekten çekinmeyecek kadar da kararlıydı.

            Umudun ve iyimserliğin rengi sarının, her şeyin mükemmel olmasını isteyenlerin rengi kahverenginin kol kola girip döşendiği salonda çantasına ve kendine son kez bakıp hazır olduğuna karar verdiğinde, gelecekten korkmuyordu.

            Beş çocuklu ailenin en küçüğüydü; bu yüzden kendini kanıtlamaya çalışmanın ne demek olduğunu bilecek kadar hayatının büyük bölümünü mücadele etmekle geçirdi. O zamanlarda anlamamış olsa da şimdi biliyordu... Mutlu bir çocukluk yaşayıp, kalabalık bir evde neşe içinde büyümüştü. Dolayısıyla hiçbir zaman umutsuzluğa kapılıp korkularına yenilmemişti. Sadece, konuşmayı seven ailesi gücünü onun üzerinde denemiş, şakaların ve esprilerin başrolü olmuştu. Kısaca bir evin en küçüğü olmanın tüm güzelliklerinin yanı sıra zorluklarını da sonuna kadar yaşamıştı.

            Hatırladığı ilk nüfus sayımında küçük abisi Ahmet'in onu özürlü diye kaydettirmesi, uzun süre her yemek masasının ilk gülme konusu olmuştu.  Mehmet ve Ahmet bir kere başladı mı asla sonu gelmez, ablaları Serra ve Asya’nın da onlara katılmasıyla artık işkence kaçınılmaz olurdu. Öyle ki, kızıp odayı terk edene kadar devam eden bu gösteri, dördünün odasına gelip ağlayana kadar ona sarılmalarıyla son bulurdu; tabii bir sonraki yemek masasına kadar.

            Bu anıya ancak şimdilerde gülümseyebiliyordu. Taparcasına sevdiği bu insanlara o zamanlar ders vermek için nasıl da intihar etmeyi düşündüğünü -ki sadece iki ağrı kesici ile sınırlı olmak şartıyla- veya evden kaçma planları yaptığını hatırlıyordu. İntihara teşebbüs etmeye hiç cesareti olmadı ama evden kaçmayı zaman zaman başarabiliyordu. Maalesef, gidebildiği tek yer bildiği günden beri arkadaşı olan Yağmur'un odası olurdu. Onların da yan komşuları olduğu düşünülürse yarattığı etki annesinin dudaklarında oluşan tebessüme yakın hareketlilikten fazlası olmazdı.

            Yağmur'un babası Tamer Amca’yla yapılan on dakikalık yetişkin insan konuşması kendini yeterince güçlü hissetmesini sağlar, devamında annesinin kolunda eve dönerdi.

            Sonraları yapılan sataşmaları umursamamayı öğrendi. Büyüdükçe başka bir sorunu ortaya çıkmıştı. Ablalarının güzelliklerinden nasibini almamış olduğunu düşünüp, kendini beyaz ve göz kamaştırıcı kuğu ailesinin çirkin ördek yavrusu olarak görmeye başlamış ve bu düşünceden bir türlü vazgeçememişti.

            Babası ona hep, "sen çok güzelsin. Genç bir kız olduğunda göz kamaştıracaksın. Zaten yaptığın her işte o kadar başarılı biri olacaksın ki bunu düşünemeyeceksin bile; sendeki cesaret ve azim hiçbirimizde yok," derdi.

            Çalışmaya işte tam o zamanlarda karar vermişti. Kendince eksiklerini kapatmak ve en önemlisi babasının haklı olduğunu kanıtlamak için. Böylece sevgiden yana sıkıntısı olmamıştı ama neden hissettiğini hiç bilemediği bu duyguyla başa çıkabilecekti.

            Liseyi birincilikle bitirip özel ve Türkiye’nin en iyi üniversitesinde işletme okuduğu bölümü dört yıl boyunca burs alarak tamamlamıştı. Babası başarısının hakkı olduğunu söyleyip dört yıllık eğitimi için harcanması gereken parayı mezun olduğunda adına açılmış banka hesabına yatırmış, o da parayı, staj yaptığı şirkette kadroya geçmeyi başarınca oturduğu evi almak için kullanmıştı. Abisi Mehmet ile babası Osman Bey’in birlikte yaptığı lüks siteden aldığı evin anahtarlarını teslim alırken taksitlerde ayrıcalık yapıldığını görse de önemsememişti. Zaten projesi kabul edilirse iyi bir zam alacak ve taksitlerle ilgili gerekli düzenlemeyi baştan yapabileceğinin hesaplarını çoktan yapmıştı. Mehmet'in, " ödemekte zorlanırsan haber ver,  ne de olsa soyadın Sancaktar, sana kredi açarız," demesi bile moralini bozamamıştı.

            Evi kendini güçlü hissetmesini sağlıyordu. Bu nedenle evde daha fazla zaman geçirmek için erken kalkmaya ve işten çıkınca hemen eve dönmeye özen gösterirdi. Yalnızlığı sevmemesine rağmen tek başına yaşamaktan oldukça mutluydu. Kalabalık arkadaş çevresi, en önemlisi yirmi yıldır arkadaşı olan Sena, Yağmur, Burak ve yalnız kalmasına izin vermeyen ondan sadece bir yaş büyük ablası Asya vardı.

            Mutluydu. Hayatını ve yaşamayı seviyordu. İsteyebileceği her şeye sahipti.

            Ama bugün kötü bir gündü. Yaşadıklarına inanması çok zordu.

            "Lanet olsun!" dedi defalarca " Lanet olsun!"

            İçinde bir yerlerde bir şeyler yanıyor, kızgın korlara dönüşüyor ve nefes almasını engelliyordu.

            Bilmediği bir yola dönüş yaptığında "tıpkı hayatım gibi " diyordu kendi kendine. Yol boyunca yaptığı bu değerlendirmeler daha çok ağlamasına sebep oldu.

            Gözyaşları görüş mesafesini kısaltıyordu. Sis farlarını yaktı. Dolgun dudakları neşeden uzak, acı ile gülümsedi. Asıl sisin yüreğinde olduğunu bilecek kadar kendindeydi.

Farı kapattı.

            Bir ses duydu, bir çığlık gibi, sonra bir ışık, nereden geldiğini bilmeden sadece bir anda öylesine.  Sonrası......Acı...... Büyük bir acı hissetti; direksiyonu sıkıca tutmak istedi ama elleri bomboştu. Toparlanmaya çalıştı ama nafile, kımıldaması mümkün değildi. Acısı vardı. Düşünemiyordu. Karanlıktı. Ürperdi. Sonra sesler duydu. Ağlayan bir kadın bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ama tam duyamıyor ya da anlayamıyordu. Sonra o kargaşanın içinde ihtiyacı olanı duydu; "kaza".

AYLARDAN AŞK (Kitap Oldu)Where stories live. Discover now