ı

844 195 105
                                    

❝Karanlık. Yürüyorum, sonunu bilmediğim bir yola doğru. Kafamın içinde tonlarca soru var ve ben yürüyorum, sonunu bilmediğim bir yola doğru. Soğuk, bedenimi hapsetmiş durumda ama yine de yürümeye devam ediyorum, sona doğru. Hiçbir şey bilmiyorum, hatırlamıyorum. Zihnimin esiri olmuşum. Toprağa bata çıka yürüyorum, çamura boyanmış ayaklarım. Sendeliyorum pek çok kez ama devam ediyorum. Bu inat kime, neye bilmiyorum.
Yürüyorum, ölüme doğru.
Sağanak yağmurun altında, yüzüme düşen saç tellerimi geriye savuracak gücü bulamıyorum kendimde. Yoğun bir sis bulutuna doğru yürüyorum. Sonu olmayan bir uçuruma...
Korkuyorum çünkü, karanlık ruhumu çürütüyor. Korkuyorum çünkü, virâne olmuş bağrımı söküp atmak istiyorum.
Korkuyorum çünkü, kendime söz geçiremiyorum. Bedenim beni dinlemiyor, kendimi kontrol edemiyorum. Korkuyorum. Yardım çağıracak sesi bulamıyorum kendimde.
Yürüyorum, yürüyorum...
Gözlerim açık mı, kapalı mı bilmiyorum, hissedemiyorum.
Üzerime karabasan gibi çöken bu korkudan korkuyorum...
Düştüm. Alaşağı olmuşum. Ellerim ayaklarım tutmuyor. Ayağa kalkacak gücü bulamıyorum kendimde.
Bağırmak, haykırmak istiyorum ama nâfile, ses tellerim bana aldırış etmiyor...
Ve Tanrı.
Derin bir huzursuzluk salıyor damarlarıma, nefes alamıyorum.
Siyahın hüküm sürdüğü gökyüzünün ardından korkunç kahkahalarıyla sağır ediyor beni.
Zihnim, en körpe duygulara ev sahipliği yapıyor: yalpalıyorum.
Ruhumu tesiri altına alıp, en boktan duyguları ilmek ilmek nakşediyor: yıkılıyorum.
Bedenimin kontrolünü avuçlarının arasında tutup, yazgımın akıbetiyle dans ediyor: çürüyorum.
Sis bulutlarının önünde gölgeler hissediyorum, görme yetim yavaş yavaş terkediyor beni, simalarını seçemiyorum.
Ben galiba ölüyorum...❞

bʼölüm 1|uyanış

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

bʼölüm 1|uyanış

Gözkapaklarım, loş ışıklarla dolu tavana kapılarını aralarken, birkaç cümle kulaklarımı dolduruyor: "Hasta uyanıyor."
Daha tam olarak ne olduğunu idrak edememişken, gözbebeğimi yakan daha şiddetli bir ışık bünyeme sızıyor. Kıpırdanmaya çalışıyorum, sancılar bedenimi sarmalıyor.
Kollarıma ve göğsüme sabitlenmiş onlarca kablo ve ağzımdaki nebulizatör maske. Şansın yüzüme gülmesini umut ederek kollarımı uzatıyorum kablolara ama hayır, bugün kesinlikle şans benden yana değil. Hareket ettikçe içime işliyor ağrılar, parçaları birleşip bütünü doğuruyor...

Kızardığına emin olduğum gözlerimi ovuştururken, saatler yaptığım gibi karşımdaki krem tonlarında, aralarında ise turuncumsu renkte geçişlerin olduğu duvara bakmayı sürdürüyordum. Yatağımın tam solunda gri tonlarında perdenin boylu boyuna örttüğü bir pencere vardı. Nedendir bilmem ama uzun zaman olmuş gibi hissediyorum, dış dünyayla göz göze gelmeyeli. Kendimi tatmin etmem şu an bile muamma, bedenim ilaçların etkisinde ve hareket kabiliyetim sınırlı.
Yatağımın yine sol tarafında küçük, çekmeceli bir dolap var bunun dışında sağ tarafında ise daha büyük bir dolap: bu dolabı, hastanın kıyafetlerini ve oda için gerekli malzemeleri yığmak için koymuş olmalılar. Aman ne önemli!

Bakışmayı sürdürdüğüm duvarın üzerine küçük bir televizyon asılmış, biraz televizyon izleyeyim dedim fakat, kumanda tam ayak ucumda ve bedenimi saran kablolar birer zincirmiş gibi hareketlerimi kısıtladığı için haddimi bilip duvarla bakışmaya devam ettim tabii bir yandan da duvarın artık dile gelmesini umarak...
Aralanan kapının ardından hemşire belirdi, elinde: çeşitli ilaç ve iğneyi tuttuğu tepsi ile.
Önceliği başımdaki serumları kontrol etmek oldu sonrasında ise yapmam gereken tek şeyi söyledi: "Biraz daha dinlenmeniz lazım, lütfen uzanın." "Tahmin edebileceğimden daha uzun süredir uyuyorum zaten, bedenim öylesine uyuşuk ki, kolumu kaldıracak halim yok.
Uyumak istemiyorum, neden ve nasıl burada olduğumu öğrenmek istiyorum. Ne kadar süredir buradayım ve ilaçlarla uyutuluyorum?" diyerek ardı ardına sıraladım cümlelerimi.
Mahcup bir ifadeyle yüzüme bakan hemşirenin, gözlerinin derinliklerinde bulunan acıma duygusunu iliklerime kadar hissettim. Ne hakla, ne hakla bana acırdı? Sinirlenmeye başlamıştım. Hissiyatımı farketmiş olacak ki dudaklarını aralayıp: "Altı ay. Altı aydır uyuyordunuz, komadaydınız. Yaşamsal fonksiyonlarınız haddinden fazla zayıftı, yaşama geri döneceğinize kesinlikle ihtimal vermiyorduk.
Bu yüzden şimdilik kendinizi çok yormamanız lazım, doktorumuz gelip genel bir kontrol yapana kadar en azından. Şimdi serumlarınızı yeniliyorum ve lütfen siz de uyumaya çalışın.
Geçmiş olsun."

Kapanan kapı ile gözyaşlarım yanaklarımdan çeneme sonrasında ise yatak örtüsüne doğru yol aldı. Altı ay. Altı aydır araftaydım. Altı aydır sondaydım, sonumdaydım...
Ne kadar süre ağladım, ne zaman uyudum bilmiyorum. Tek bildiğim göz pınarlarımın yandığı ve şiddetli bir baş ağrısına sahip olduğum...
Kafamın içinde hissettiğim ağrı ve kulaklarımı dolduran konuşmalar ile açtım gözlerimi. Tavan, gözbebeklerime ev sahipliği yapıyordu yine.
Başucumdaki beyaz önlüklü, uzun boylu, orta yaşlarda bir erkeğin, ayakucumun yakınlarında duran hemşireye verdiği talimatları dinliyordum. Altı ay sonra duymak istemeyeceğim kadar sıkıcı bir diyalog olmasına rağmen yine de içten içe hoşuma gidiyordu, sanırım. Doktorun söylediklerini elinde tuttuğu dosyaya not ediyorken hemşire, uyanmış olduğumu fark eden doktor, ışığı yine doğrulttu gözbebeklerime ve sonra da konuşmaya başladı: "Hazal Hanım, bir trafik kazası atlattınız. İfadenizi almak için polisler bekliyor, kendinizi ifade verebilecek durumda hissediyor musunuz?"

Yaşamım bir yapbozdan ibaretti sanki, ben parçaları birleştirmeye çalıştıkça Tanrı onları ayırıyordu.
Yapan bendim, bozan ise Tanrı.
Yap ve boz...

İşte şimdi de durum böyleydi, kaza anına dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Trafik kazası geçirdiğimden bile bihaberdim.
Doktor, bir cevap beklercesine yüzüme bakıyordu, hemşire ise çoktan çıkmıştı odadan.
Dudaklarımı aralayıp, "Kaza gününe dair bir şey hatırlamıyorum. Aradan altı ay geçmiş ne diyebilirim ki?" deyiverdim.
"Pekâla, kazaya bağlı olarak geçici bir hafıza kaybı yaşayabilirsiniz, bu konu hakkında birkaç test daha yapmamız gerekebilir. Siz biraz daha dinlenin, ben yine kontrol için geleceğim, şimdi polisleri çağırıyorum. İfadenizi verdikten sonra görüşürüz, geçmiş olsun."
Birkaç dakika sonra odaya iki polis girdi, ardı ardına sıraladıkları sorular öylesine yabancı geliyordu ki, amansız bir boşluğa düşer gibiydim, tüm karanlıklardan geçip, kuyunun dibini görür gibi, tüm kötülükleri görüp, cehennemin dibine geçer gibiydim...

Her yaşanmışlık var ama bir o gün yoktu, bir kaza günü yoktu zihnimde. Hiçbir şey hatırlamıyordum, hiçbir şey bilmiyordum.
Sanki başkasının yaşanmışlığını dinliyordum, sanki kaza geçiren ben değildim, sanki tüm bunlar birer kabus ve uyanınca geçecek, sanki izlediğim herhangi bir bilim-kurgu dizinde tıkılıp kalmıştım, sanki ben hala altı ay önceki Hazaldım: hayatın monotonluğunda koşuşturan kişiydim. Sanki hastane odasında değil de evimde hasta yatıyormuş gibiydim. Sanki bunlar birer lanetti: yanımdan geçerken selam vermediğim kişilerin ahı, arayıp sormadığım akrabalarımın ahı, sert bakışlar fırlattığım seksen üç milyonun ahıydı...
Şayet varsan Tanrı'm, bu yalnızca senin lanetin ve ahın!
"Ağlamayacağım, ağlamayacağım, ağlamayacağım."

𖨛nârâ, sayfa 1.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 26, 2023 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

nα̂rα̂Where stories live. Discover now