-Giriş-

942 193 391
                                    

Hepinize helloooo.

Ay, garip bir başlangıç oldu.

Öncelikle hepinize merhaba, hoşgeldiniz.

Başlama tarihinizi yazar mısınız?¿

İyi okumalar∆



...




İnsanoğlu, yıllardan beri, ilk insandan itibaren zarar vermeyi öğrendi. Bunu gerçekleştiren ilk kişi ise Habil ve Kabil'di. İnsanoğlu yaşadığı dünyaya, sevdiği canlılara zarar vermekle kalmayıp birbirine de zarar veriyordu ve bunu Habil ve Kabil'den öğrenmişlerdi. Kabil, kıskançlıktan kardeşi Habil'i öldürmüş ve cehennemi kazanan ilk insan olmuştur, o gün bu gündür insanlar birbirine zarar vermeye başladı. Ve tabii ki de Kabil'de olduğu gibi bu zarar vermenin tek bir nedeni, sebebi vardı; kıskançlık.

Kıskançlık duygusu, Tanrı'nın şeytana üflediği, bahşettiği bir duyguydu. Tanrı, kıskançlık duygusun zayıf gördü, gereksiz gördü lakin şeytan bunu büyüttü ve insanların kulaklarına, zihnine ve kalbine üfledi. İnsanoğlu doğduğunda kulağına bir yandan ezan okunurken, şeytan bir yandan kıskançlık duygusunu okudu. Çünkü, zararı severdi, özellikle de insanoğlunun birbirini parçaladığı zararları.

O da bu duyguya aşıktı.

Bu duyguyu şeytan ona üflememişti, ona bahşetmişti.

Ondaki bu duygu her zararında daha da büyüdü, artık bedenini ele geçirdi. Onunla boğulacakken yine bir başkasını boğdu ama unuttuğu tek bir şey vardı, şeytan ondaki bu duyguya herkeste yer veriyordu.

Bu sefer zararı o  vermeyecekti, zarar verdiği kişi verecekti.

"Kıskançlık, kin ve nefret içinde boğul, boğul ki nefes alabilesin."

Beynine şeytanın silüeti, kulaklarını ise sesi doldurdu. Korkmadı, titremedi, aksine; şeytanın dediği gibi kıskançlık, kin ve en önemlisi nefret içinde daha fazla boğuldu. Nefretle etrafına baktı, bugün o da zarar verecekti, her ne olursa olsun. Bu bir sözdü, bu bir yemindi. Lakin unuttuğu bir şey vardı, kıyamet olmadıkça şeytan ölmezdi.

Ve daha kıyamete çok vardı çünkü şeytan yemin etmişti, o ölmeden kıyamet kopamazdı.

Bunu bilmiyordu, eğerki bilseydi tuttuğu kör meyve bıçağını kendine saplamaktan çekinmez, bir saniye fazla düşünmezdi, saplardı.

Umutla dolu bakışlarını ellerine indirdi, avuç içlerinde derin izler ve oluk oluk dökülen kanlara baktı bir süre, en sonunda ise paslı meyve bıçağına. Bakışları buğulaştı, en son baktığıyla. Kalbine bir darbe indi, kanlar içinde boğulduğunu hissetti. Paslı bıçağın en ucunu tuttuğundan sapına kanı daha bulaşmamıştı lakin orası kıpkırmızı bir kana yer vermişti, bu kan onun değildi, bu kan onun canıydı. Kanayan kalbine bir kıymık darbesi inmesiyle gözlerindeki bir yaş firar etti yuvasından, üzüntüyle. Bu göz yaşı mutlu değildi, sağ gözünden akmamıştı. Bıçağı daha fazla kan akan elinde tutamadı, paslı olan bıçak kirli mermerin üstüne düştü ve orayı da kana buladı. Hayır, eli acıdığından düşürmemişti o bıçağı, o bıçağı düşürmüştü çünkü; omuzları küçüktü, geçmişi ise ağır. Hatıraları tekrardan yavaş yavaş küçük vücudunu kemirmeye başlamıştı bile.

GEÇMİŞİN GELECEKTİ İZİWhere stories live. Discover now