TANITIM

233 17 28
                                    

Aşk insanı uçurumun kenarına getirir lakin ancak düştüğünüzde anlarsınız.

Aşk insanı uçurumun kenarına getirir lakin ancak düştüğünüzde anlarsınız

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Şehzadem" diyerek öne atıldı Mahpeyker. Şehzade'nin elini tutmuştu. Bu yaptığı yanlıştı biliyordu. Onun gibi hür bir hatun nikahsız bir erkeğe hele ki bir Şehzade'ye zinhar dokunamazdı. Namahremdi onlarin dininde. Mahpeyker gibi iyi yetiştirilmiş, dinine bağlı bir hatun kişinin yapmaması gereken şeylerdi yaptıkları. Hoş bu ilk hatası da değildi. Genç Şehzade'yi gördüğünden beri içinde iki insan daha belirmişti sanki. Biri aklı olmuştu. Onu düştüğü bu günahtan yani aşkından korumak istiyordu. Validesinin verdiği terbiyesi ve öğütleri aklında ona itiraz ediyor, hesap soruyorudu ondan. Mahpeyker her sorulan hesapta kalbine sığınıyordu. İçindeki diğerinin adı aşktı. Şehzade hazretlerine duyduğu derin ve yasak aşk. Yasaktı ama vardı işte. Yok demekle yok olmuyordu ki bu aşk denen meret. İnsan değil ki canını alasın taş değil ki parçalayasın. Bu iki yanı şiddetle tartışıyordu Mahpeykerle. Aklı "yapma" dedikçe "yap" demişti aşk. Mahpeyker de hep Aşkını dinlemişti. Ve işte şimdi buradaydı. Aşk onu bir uçurumun kıyısı misali getirmişti Topkapı Sarayının kör zindanına.

Zindanda sadece iki kişi vardı görünüşte. Mahpeyker ve Mustafa. Ama asıl ikili Mahpeyker'in içinde birbiri ile ceng ediyordu. Bu son kılıç sallayışlarıydı belki de. Mahpeyker onu ölüme getiren bu yolda hep aşkını dinlemişti. Aklı susmuştu. Aşk nefes aldıkça akıl hep sunacaktı. Mahpeyker böyle istiyordu. Burda, bir uçurumun kıyısı gibi olan yerde bile aşkı seçti Mahpeyker. Susturdu aklı. Böylece aşktan aldığı cesaret onu karşısında duran adamın önce ellerine sonra yüzüne yaklaştırdı. Şimdi aralarında çok az bir mesafe vardı. Mahpeyker öylece baktı sevdiği adama. Sanki her bir zerresini aklına kazımak istercesine bakıyor, yüzünü hatırasına kazıyordu.

"Mahpeyker" diye seslendi nihayet Mustafa. Sevdiği kadın, bu küçük zindanda karşısında duruyor ama bir şey yapamıyordu. Mahpeyker ona hep mani oluyordu. Şimdi olduğu gibi. Mustafa'nın ise daha fazla dayanacak gücü yoktu. Sevdiğini kaybedemezdi. Zaten yeterince kayıp vermişti. Büyük bir hasretle sarıldı sevdiği kadına. Kendi kolları arasında duran bu kadına aşıktı. Kaybetmeye dayanamazdı.

"Sensiz yaşayamam." Dedi Mustafa. Böyle yaşamak istemiyordu. Sevdiği kadın bu pis zindanda yalnız başınayken kendisi sarayında yaşamak istemiyordu. Mahpeyker acı çekerken yaşamak onun için bir ızdırab haline gelmişti.

"Seni seviyorum Mahpeyker." Dedi korkusuzca. Bu zindanda bir şehzade yoktu. Osmanlı'nın göz bebeği, Sultan Süleyman'ın veliahtı, validesinin kutlu şehzadesi Mustafa yoktu. Sadece Mahpeyker'e aşık bir adam vardı.

Mahpeyker kendini sevdiğinin kollarından ayırmaya çalışmadı bile. Kafasını yasladığı omuzdan kaldırdı. Sevdiği adamın dudaklarına kapandı. Cellatların kellesini almasına gerek kalmadan Mahpeyker şimdi şuracıkta ölebilirdi. Mahidevran Sultan'ın duaları gerçek olurdu böylece. Oğlu bu yılandan kurtulur, babası ile arası bozulmazdı daha fazla.

Mahpeyker bu kısacık andan sonra kendini tüm gücüyle geri çekti. Gözünden yaş akmıyordu artık. Kalbinin çarpıntısı da azalmıştı.

"Lütfen gidin burdan." Dedi güçlü bir sesle. Sonunda aklın sesi duyulmuştu. Mahpeyker ilk defa aşkı susturmuştu. Akıl konuştu tekrar.

"Bana meftun olduğunuzu söylediniz. Ne büyük şeref. Bir şehzadenin aşkına sahip olmak. Lakin sizin aşkınız bana yaramaz. Daha evvel de söylemiştim. Benim sevdam Akdeniz gibidir. Derin, hırçın ve inatçı. Ve hiçbir sevda benimkinden daha büyük olamaz. Size olan sevdam benim sonum olacaksa bu sonu görmekten beni kimse alıkoyamaz. Siz dahi."

Mustafa sevdiği kadına yaklaşmak istedi ama Mahpeyker izin vermedi.

"Benim sevdam ailemin sonu oldu. Sevdiğim herkesin sonu oldu. Lakin sizin sonunuz olmayacak. Siz sadece benim sevdiğim adam değilsiniz. Siz bu yüce devletin yegane veliahtısınız. Size düşen zayıf bir hatunun aşkı için yenilmek değil hakkınız olan tahtı alabilmek için savaşmaktır. Zira gideceğim yerde bana huzur verecek tek şey bu olacaktır." Mahpeyker bunları söylerken gücünün tükendiğinin farkındaydı. Daha fazla ayakta duramazdı. Düşecek gibi oldu ama sevdiği adama tutundu.

"Hürrem Sultan. O bir iblis." Dedi son gücüyle. "Başımıza gelen musibetin sebebi o. Onu mutlu edemezsiniz. Ona istediğini vermezsiniz. Aksi halde ailem boşuna ölmüş olur. Ben boşuna acı çekmiş olurum. Size yalvarırım burdan gidin ve bir daha beni görmeye gelmeyin."

"Buna nasıl dayanırım?" Diye isyan etti Şehzade.

Mahpeyker son gücüyle konuştu. "Sizden tek isteğim bu. Meftun olduğunuzu söylediğiniz hatunun son sözü bu. Madem bana meftunsunuz yalvarırım dinleyin beni. Lütfen gidin burdan. Yoksa yine Hürrem kazanacak, yoksa ızdırabim hiç bitmeyecek."

Zindan kapısı büyük bir gıcırtıyla açıldı. Karanlık koridordan "Şehzadem" diye bir ses duyuldu. Gelen Pargalı İbrahim Paşa'dan başkası değildi. Paşa önce Şehzade'ye baktı hesap sorarcasına bir bakışla sonra gözleri Mahpeyker'e kaydı. Mahpeyker'e dönen bakışları sertliğini bıraktı. Karşısında duran genç kızın sefil hali onu şaşkınlığa ve üzüntüye bıraktı. Çok sevdiği dostlarından Mahmud Paşa'nın biricik kızı şimdi bu hale mi gelmişti? 'Zavallı çocuk' diye geçirdi içinden. Gözlerini Mahpeyker'den ayırıp tekrar Şehzade'ye diktiğinde eski sertliği geri geldi. Karalıyor bir ses tonuyla konuştu.

"Burdan derhal çıkmamız gerek."

Merhaba yeni hikayem sizlerle. Lütfen yorum yapmayı, oy vermeyi ve kitabı kütüphanenize eklemeyi unutmayın. Beni takip ederseniz bölümlerden çabuk haberdar olabilirsiniz.

AŞKIN HÜKMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin