2. Bölüm

46 11 12
                                    

(Ben mahkum değildim, esirdim....)

Zaman hızla okuyordu. Saatler ve belkide günler geçmişti. Ülkenin sınırlarından çıkmıştık. Bu kesindi fakat nereye gittiğimizi bilmiyorum.

Ilk başlarda normal bir insanın yiyeceği yemeğin fazlasını verdiler. Sonra yavaş yavaş azaltılar. Ve şuan önünde 1 şişe su vardı. Sadece. En son yemek verdikleri saatin üzerinden neredeyse 2 saat geçmişti.

Zorla yedirdikleri için tıka basa doluydum zaten. O yüzden şuan açlık bana uğramıyordu. Bu arada 7 kişiydik üç kişi asker bir şoför ve üç tane de benim gibi sivil vatandaş vardı.

Askerler silahlarını bize doğrulttuklari için kıpırdayamıyorduk bile. Arada rahatsız edici bakışlara maruz kalsakta bu benim için şuan önemli değildi çünkü aklım babamda ve Chaeyoung'daydı.

Chaeyoung'un ölüm anı aklıma geldikçe gözlerim doluyor, ellerim titriyordu. Uzun bir nefes verip camdan dışarıya baktım. Bu sessizlikten sıkıldığım için soru sormaya karar verdim.

"Bir şey sorabilir miyim?" Herkes bana döndüğünde adamın biri çenesiyle konuşmam için işaret verdi. Bende hemen söze girdim. "Bizi nereye götüreceksiniz?" Uzun süren bir yolculuk yaşadık ve aramızdan kimsenin bu soruyu sormaması başlıbaşına bir saçmalıktı zaten.

Adam dudaklarını kıvırdığında her şeyin yeni başladığını ve kötü bir yola gireceğimizi anlamış oldum. Adam üzerime doğru eğildi. Bende refleks olarak hafif geri çekildim. "Ölünceye kadar duracağınız ve hatta ölmek isteyeceğiniz bir yere gideceğiz." Adamlar kendi aralarında gülmeye başladığında tam karşımda oturan kadın ağlamaya başladı.

Diyecek bir şey yoktu fakat biz yılmamalıydık, onlara boyun eğmemeliydik. "Ağlama, biz güçlüyüz." Kadın bana gülümsedi. Fakat yanımda duran dana kılıklı adam kahkaha attı. Diğerleri de ona katıldı tabiki. "Sen ilk ölenlerden olacaksın sanırım." Bende aynı şekilde ona sırıttım. "Aklın varsa beni öldürürsün." Dedim gelen ani cesaretle. Keşke demeseydim. Ölmek var dönmek yok Jennie Kim!

"Niyeymiş?" Diye sordu adam. Dalga geçiyorlardı. Bende aptal ama korkusuzca cevap veriyordum. Sizde öyle olsun aptal ama korkusuz. "Ben bir gazeteciyim. Tanınan bir gazeteciyim," diye düzelterek devam ettim. "beni illaki bulacaklardır. Demem o ki aklınız varsa bizi bırakırsınız." Adam şöyle bi baktı sonra diğerlerine baktı. "Sen ciddi misin?" Diye sordu. Hiç beklemeden "Hiç olmadığım kadar." Adam burnundan güldü ardından büyük bir kahkaha patlattı. Diğerleri de yine kuyrukları gibi ona katıldılar.

Adam gözü yaşlı bana baktı. "Kızım sen salak mısın? Biz ne avukatlar, ne polisler, ne devlet adamları götürüyoruz. Senin gibi bir ayrıntıyı umursamazlar bile." Dedi ve yine o iğrenç kahkahasına büründü. Sinirli bir şekilde adama cevap vermeye kalktım. "Bana bak ayrıntı senin..." dedim ve tabiki devam etmedim. Geriye yaslanıp sakin kalmaya çalıştım. "Bakın anlaşabiliriz." Adam samimiyetsiz bir şekilde gülüp bana baktı. "Hangi konu da?" Sinir katsayılarım ani yükselişler yaşarken daha fazla muhattap olmak istemedim. Fakat bu onlar için geçerli olmayacak ki benimle dalga geçmeye devam ettiler. "Komik kızsın ama orada bunları söylersen kafana sıkarlar." Dedi ve önüne döndü. Bende bir şey demeden yolu izlemeye devam ettim.

Saatler geçti ve biz artık büyük binaların olduğu bölgeye geldik. Gri duvarlarla çevilili kapı yaklaşık yirmi kadar askerle açıldı. Etrafta sayabildiğim otuz sekiz asker içeri girene kadar, içeri girdikten sonra ise yirmi bir asker ile devam ettik. Etrafta insanlar çalışıyordu. Erkeklerin ve kadınların giysileri aynıydı. Siyah bir tişört ve üstlerine mavi ile gri karışımı tulumları vardı. Hiç kimse gülmüyordu. Zaten bu durumda nasıl gülebilirlerdi ki? Tarlaların yanından geçtik. Tahmini olarak yetmişten fazla tarlada elli kişi kadar insan çalışıyordu. Büyük bir bölümü erkeklerdi. Ilerledikçe fabrikalar vardı. Dışarıdan gördüğüm kadarıyla yine erkekler vardı. Ve artık daha lüks evlerin olduğu yere geldik.

<|MAHKUMİYET|> {Taennie}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin