3. Bölüm

33 10 6
                                    

                                                                                                                                               (Külleri, küllere karıştı...)


Yıllar önce bir katliam yapıldı. Hükümetin adamı yönetime sızdı. 4 yıl oldu. Fakat acıların dinmesi gerekirken şimdiki saldırıda yenilendi. O yılda, 1997 yılında, ismini bilmediğim bir adam ajan olarak gönderildi. 

bütün bilgileri içinde bulunduğum hükümete verdi. Zaten özel bilgiler diğer devletlere sızdırılmasın diye devletimiz eli kolu bağlı bekliyor. Yüzlerce ve hatta binlerce insanın ölmesine göz yumuyor. En büyük acımı yaşadım ben. Canımı, annemi, kaybettim.

Bazı bölgeleri işgal ettiler , yaktılar. Yüreğimde dinmeyen acıya sebep oldular. Annem, yaşadığımız bölgedeki fabrikaları denetliyordu. O gün altı yaşındaki kız kardeşimi okuldan aldı. Beraber annemin denetlemesi gereken fabrikaya gittiler. Hükümet oraya saldırı düzenledi. Etrafı kendi askerleriyle çevirdi. İnsanları içeriye kitlediler. Acımasızca ateşe verdiler her yeri. Kaçmasınlar diye  etrafı kapattılar. Yüzlerce kişi ve benim annem ile kardeşim yandı.

Külleri, küllere karıştı.

Nasıl toparlandım bilmiyorum. Onlar can verirken benimkini de beraberinde götürdüler. İşte, ölüm bir anda geliyor.  Siz bir anda yıkılıyorsunuz ki sizi taşıyacak biri var ise işte bu sizin en büyük nimetinizdir. Bir babaya sahip olmak sizin en büyük nimetinizdir. Kendimden biliyorum. Annemin ölümüyle ne kadar sarsıldıysam babamın şefkatiyle de bir o kadar iyileştim. Öyle anlar gelir ki babanız sizi o durumdan çabucak kurtarır. Şimdi öyle bir an geldi ki değil babam yardım edecek tek kişi bile olmaması insanı yıpratıyor.

(Olaylardan 1 gün sonra...)

 Bir rüya olsun istiyorum. Her şey bir rüyadan ibaret olsun istiyorum. Baba...gel ve kurtar beni. Kızın dayanamıyor baba. Kızın ölmek istiyor baba. Yardım et, sarıl baba. 

Yarama bakıp iç çektim. Kapıda bekleyen askerler uyarınca hızlı davranmaya çalıştım. Ellerimi ve ayaklarımı kelepçeleyip ve kollarımdan tutup ilerlettiler. Yine o büyük bahçeye geldik. Başımızdan bastırıp yerle göz temasımızın bozulmamasını sağladılar. Ayak sesleri işittim. Hafif kıpırdanmadan sonra bizden sorumlu olan Park konuşmaya başladı.

"Evet kızlar, umarım dün gece rahat bir uyku çektiniz." Adamın üzerine atlamamak için kendimi zor tutuyorum. "Bugün iş dağılımı yapacağız. Hadi benimle gelin." Askerler bizi ardına takıp sürükleyerek götürdüler. Varış noktamız, gri duvarlarla çevrili ve yoğun rutubetin hissedildiği bir alandı. "İlk görev yerimiz mutfak. Mutfakta önce üst düzeylilere, sonra askerlere ve en sonunda toplamda on bin işçiye yemek hazırlanır." Gözyaşlarımı tutmakta zorlanıyorum. "İkinci görev yerimiz tarlalar. Tarlalarda ekim, biçim ve sulama işleri yapılır. Buradan elde edilen ürünler fabrikaya ve mutfağa gönderilir. En zorlu kısım ise fabrika. Fabrikada makinelerin başında çalışacaksınız. Bitkisel ürünleri, tekstili ve ham maddeleri ayrıştırıyoruz." Şu an için mutfak en kolay gibi görünüyor. "Gideceğiniz yerler..." Kısa bir sessizlikten sonra yürek burkan cümleler. "Vücut yapınıza göre belirlendi. Dün gece uykunuzda sizi biraz rahatsız etmiş olabiliriz. Şimdi yerlerinizi açıklayacağım." Nasıl olabilir? Benim uykum normalde derin değildir. Bu şereften yoksun insanlardan her şeyi bekleyebilirim. "Fiziksel olarak en güçlü olanları fabrikaya gönderiyoruz. Bu durumda sen, 00665, fabrikaya gideceksin. Bu arada gece içtiğiniz sularda ilaç vardı. Sizi rahat uyutmak istedik." 

Ne bekliyordum ki? Olumsuzluk illa ki beni bulacaktı zaten. Şu andan itibaren üzülmenin hiç bir faydası yok. Bugünü değiştiremem fakat eğer burayı tanımaya başlarsam kaçış yolunu daha rahat bulabilirim.

<|MAHKUMİYET|> {Taennie}Donde viven las historias. Descúbrelo ahora