saati sekiz (8) etmeden gel

213 29 51
                                    



Jake, açtığı musluktan hızla akan suyu izliyordu, gözleri uykuyla dolup taşıyor oğlanın yorgunluğunu ifşa ediyordu. Onu vardığı noktadan kurtarabilecek iki şey vardı: Suratını soğukça bir suyla tokatlamak ya da dizleri üzerine çöküp her bir günahını tek tek dile getirmek.

Jake, soğuk suyu seçti.

Aynadaki yansımasını seyreden oğlan, suratından akıp lavabonun içine düşen su damlalarının ardlarında bıraktıkları izlerle titriyordu. Açık musluk hâlâ sesle akıyor, Jake'i git gide uzaklaştığı gerçekliğe bağlıyordu.

"N'apıyorsun?" Kapının eşiğinde dikilen Jay, çatık kaşlarıyla sordu. Kaşlarını çattıran şey aynanın önündeki oğlanın alışılmışlığının dışına kaçan tuhaf hareketleriydi. 'Endişeleniyor mu? Biliyor mu?' Düşündü Jake.

Jake bu zamana kadar hep güçlü olduğunu düşünmüştü; onu hiçbir şeyin yıkamayacağını, kendini inandırdığı yalanları suratına vuramayacağını... Yanılmıştı işte. Lee Heeseung'ın evinde geçirdiği dört gün yetmişti ona tüm inançlarının büyük bir kandırmaca olduğunu göstermeye.

Jake, güçlü falan değildi. Tam tersiydi belki de. Belki de o kadar güçsüz ve acizdi ki hayatında ona tek değer veren insanı da elinin tersiyle itmişti. İtmişti değil mi? Buradan dönüşü olabilir miydi ki? Neydi şimdi hu hissettiği beklenmedik pişmanlık, yoksa Jake, sonunda berbat hayatının ona bu ana kadar çektirdiği her bir boku unutması için verdiği hediyeyi kendi elleriyle bir köşeye attığını mı fark etmişti? Bir insan, tüm bu bokları yapabilmek için kendinden ne kadar nefret ediyor olmalıydı?

"Bebeğim, beni endişelendiriyorsun," Diye konuştu, hediye.

Jake; uzun bir sessizliğin ardından kulaklarına ilişen derin sesle ürkmüş, onları ne zaman kıstığını bilmediği gözlerini korkuyla aralamıştı. Aynadaki yansımasıyla tekrardan göz göze geldiğinde tek bir şey harici her şey aynı yerli yerindeydi. Jake, bu sefer yalnız değildi; Jay tam arkasında tıpkı onun yaptığı gibi aynadaki yansımasından gözlerinin içine bakıyordu. Surat ifadesi endişe dolu. Biliyor mu?

"Ben-- Ben iyiyim ya," Jake, titreyen sesiyle ardındaki sevgilisini tekrardan kandırmaya çabaladı. Bu sefer yemi yutmayan Jay damağını şaklatarak başını iki yana sallamıştı.

"Bana yalan mı söylüyorsun, Jake?" Genç oğlan, beline dolanan soğuk kollarla titredi. Bu onun soğuk sudan sonra ikinci uyarıcısıydı. Bu gerçekti. Jay'in çenesi omzunun üzerindeydi şimdi, oğlan soğuk burnunun ucunu memnuniyetle Jake'in saçları arasına daldırıyor ve derince kokusunu içine çekiyordu. Biliyor mu?

Bir anda panikleyen Jake; şu anda yaşananlardan haberdar olacak olsaydı, büyük ihtimalle Heeseung'ı onun ağzına sıçmaya itecek bir şekilde cevapladı diğer adamı, "Ha–– Ben? Sana yalan söylemek?" Sanki bu dünyanın en olanaksız ihtimaliymiş gibi. Jake kendinden emin bile konuşamamıştı, o tam bir gerizekalıydı.

"Hmm," Mırıldanan Jay, beline sarılı kollarını yavaşça sıkılaştırırken, Jake'in nefesini tutmasına neden olacak bir tınıyla devam etti, "Tabii ya, sen ve bana yalan söylemek..." Yarısı saçları arasında saklı suratına rağmen Jake, diğer adamın koyu gözlerinin onu izlediğini aynadaki yansımalarından görebiliyordu. "Asla."

Biliyor mu?


Basit bir adamdı. Her basit adam ne yapmaktan zevk alırsa Lee Heeseung da aynılarını yapmaktan zevk alırdı, onu diğerlerinden ayıran bir özelliği yoktu. Tamam, belki her "basit adam" ansızın onlar için bir dosttan çok daha fazlası olan en yakın arkadaşlarının sevgilililerine karşı anlamlandıramadıkları hisler beslemeye başlamazdı fakat gerçekten de hayatındaki bu gelişmeyi bir kenara bırakırsanız o normal basit bir adamdı işte.

balkon | heejaykeWhere stories live. Discover now