Önsöz Yerine

50 3 0
                                    

 
Yazıyorum hala... Bana yazdıran bu duygu ney? Neden altıncı kez dinliyorum aynı şarkıyı başa sararak? Sağ elimle yazı yazmayı neden seçmiştim? Neden yanılmak benim vazgeçilmez sanatımdı? Acıya dair olanlar neden aşık ederdi insanı dimez bir inatla? Acı neden çekerdik? Hissizleşmediğimizi kanıtlamak için mi kendimize?

Hissiz bir kadın mıyım acaba gerçekten? Bu yüzden mi kaçıyorum bu denli acıdan? Bu yüzden mı ağır geliyor ayrılık duşunu anımsamak bu denli bana? Anlamlandıramıyorum.. Aslında önümde mermileriyle dolu durabilme ihtimali olan silahı beynime dayayıp patlatabilirim onu ve düşüncelerini.. Akla dair ne varsa şu odaya kırmızı gri parçacıkalrla yayıp vazgeçebilirim. Bu hak bana verilmiş miydi peki? Tartışılıt mıydı bilinmez.. Ama bu hakkı kendimde görebilmek kudretli kılmaz mıydı beni? Tanrı... Bana verdiği ruhu almasını beklmeden ona geri verebilirim hem fiyakalı olurdu "Üstü kalsın" derken. Son nefese yada son sözede ihtiyacım yoktu. Sadaka atar gibi son cümleler hep saçma gelmiştir bana. Koca bir hayata sığdıramadığın, benliğinden bu dünyevilikten sıyrılmak için varoluşundan vazgeçtiğin koca hayatı son bir cümleye mi sığdıracaktık?

Sessizlik bence en güzel cevap olurdu Tanrı'nın kendisine. "Bak" dersin. "Bana verdiğin hayat sığmadı ne sözlerime ne sessizliğime. Bir gün kendi bedenimden taşar oldum ve bedenimin orta yerinde bir delik açarak sızmak istedim kendimden. Bana yakıştırdığın bu deliğin sorumluluğu bana verdiğin bu hayata ait. Hükümsüz sanmasın kimse."

Bitmek benim seçimim. Düşünmek, konuşmak, hayal etmek. Boğularak ölebilirim, nefesimi tutarak, belki de dolayarak boynuma bir ip. Bu bana sunulmuş haklarımdı. Bu beni kudretli mi kılardı? Gerçekten de Tanrı tüm bu ölüm senaryolarının senaristi olduğu için mi kudretliydi bu kadar? Bu kudret miydi? Eğer kudretse bahsi geçen inanç ve güven korkudan mı gelirdi yoksa gerçekten mi güvenden mi?

Bu yüzden boş benim bardağımın yarısı. Kalan yarısı düşlerim.

Asla anlamazdım yarım yaşayan insanları. Sigaranın yarısını içenleri; simidin yarısını yiyenleri, yarım gülümseyenleri... Yarım bir gülümseyişin yarısı boş muydu? İfadesizlik? Yarıma bölünebilir miydi?

Ölüm dedim. Yarısı yaşanmış bir hayatın gidişi midir yoksa yarısı yaşanmamışın mı? Üstüne atılan toprak günahlarını örtmeye yeter miydi? Üşümemeni sağlar mıydı? Yoksa daha mı çok üşürdün?

Hayat tartışmaktan bile kaçındığımız konularla dolu bir boşluktu. Dünyevi sevdaların, ruhani aşkları yediği bir yer burası. Bu yüzden uyumuyorum geceleri. Sevmiyorum dünyevi acıların acılarını çıkartmasını rüyalarımdan.

Ritm tuttuğum şu masaya baktım. Mumlarımın üzerinde bıraktığı gözyaşlarına, tütsülerin küllerine.. Ah dedim şu masanın dili olsa da konuşsa! İçtiğimiz şarapları anlatsa bana, tokuşturduğumuz rakıları, attığım naraları... "Ah!" dedim sonra, "Şu gözlerin dili olsa da konuşsa.". Dünyevi zevkler adı altında tattığı zevklerin attığı vurgunda dillense.

Ben çekmemiştim bu ketleri hayatıma. Hayatımın sınırlarını ben değil, hayatıma dahil olmayı becerememiş insanlar çizmişlerdi. Bu insanlar ortaklaşa konuşabileceğimiz bir lisan öğrettiler bana. Bu lisanın adı da susmak... Konuşmayı öğrenemeden susmayı öğrenince ailesinin kullandığı her iki dili de yarım yamalak bilen ve derdini bir türlü anlatamayan o çocuğa benzettim kendimi.

Susmak biraz İtalyanca gibi. Onu konuşmak yetmiyor. (Belkide onu susmak yetmiyor demeliyim inanın bilmiyorum.) Bu yüzden konuştuğum bu lisanda bakışlar önemli bu kadar. Bu yüzden kusursuz konuşamıyorum susmak istediklerimi. O yüzden bu lisanı genelde yalnızken geliştirmek üzere kullanıyorum. Ağlarkense lisansız oluveriyorum. Gözlerim bile lisanını kaybediyor. Bu yüzden ifadesizim bu kadar. Bunun ardında derinlikler aramayın sadece konuşacaklarım sığmıyor lisanıma. Bu yüzden ağlarken iç bile çekmiyorum. Bu yüzden hıçkırmıyorum bile. Bu yüzden bir mahkeme duvarı bile daha anlamlı oluyor benden.

Nereden geldiğini unutacak kadar çok yerinde durdum hayatın. Şimdilerde sırasını kaçırdım duraklarımın.

Aşk, sevda, ihtiras, tutku.. Hayatım boyunca doyamadan sustuklarım onlar. Şimdilerde hissizleşmediğimi kanıtlayarak kendime bırakıyorum kendimi acının ve ihtirasın ellerine. Çekeceğim acı yeni bir şivenin habercisi olduğundan karşı da durmuyorum olanlara. Ki biliyorum aşka soyunmak önce ayakkabı bağcıklarından başlar, sırtında gezinen bir eldeyse son bulmak üzeredir. Çıplaklık en gerçek lisandır. Yalanı tanımayan tek lisan.

Şehvete soyunmam ben. Bir kadeh şarabın hatrı vardır elbet ama ona da soyunmam. Ben aşka soyunurum. Soyunmaya lisanımdan başlarım mesela. Konuşacakların bittiği yerde dillenir tenler bilirim. Düşlerimden soyunurum sonra, belki en sonra kendimden, şeffaf örtülerimden belki sonra...

Bana tüm bunları düşündüren masamdaki tango yapan çıplak bedenlere baktım.. Ah dedim.. Belkide elleri olsa, kimbilir daha neler yapacaklardı...




Ayrılık DuşuWhere stories live. Discover now