"Zeynep"

193 23 38
                                    

"Sessizliğin ardındaki çığlıklar gibiydi sana olan aşkım, Zeynep."

Rüzgar saçlarımı savuştururken, dalgaların sesi kulağıma ulaşırken, hiç olmadığı kadar huysuzdum o gün. Yağmur damlaları birer birer inmişti yeryüzüne. Rüzgarın etkisiyle uçuşan tozların gözüme girmesini engellemeye çalışırken çarpmıştım ya sana, o ağacın altında. Tanrı bilir ki, Zeynep, o an aşık olduğumu hissetmiştim. Yerin altından ayaklarıma, ayaklarımdan bacaklarıma, oradan da kalbime doğru bir yol izlemişti aşk
Hani derler ya Zeynep, gözlerine aşık olunur diye, o an gözlerini yummuştun oysaki. Ne kadar tuhaftı, ölümün gibi...

Her gece gözlerimi yumduğumda aşık olacağım kızın yüzünü düşlerdim: Siyah saçları olacaktı, esmer olacaktı, belki de mavi gözleri... Senin saçların yoktu, Zeynep. Gözlerin kahverengi, tenin süt beyazıydı. Aşk buydu işte: nerede, kime, nasıl olunacağı bilinmiyordu. Sonra sen gözlerini açmıştın, o an dünya, o güzel gözlerin için durmuştu. Gözlerinin içine bakarken, kalbim teklemişti. Ruhuma dokunmuştu ellerin. Ah o ellerin, ben dokunamadan, gömülmüştü o kara toprağa. Hayat, almıştı en değerli varlığımı benden.

Sonra gülümsemiştin, sana bir sır vereyim mi? Ben o an ölmüştüm. Ne tuhaftır...

Sonra sen gitmiştin, birkaç ay önce olduğu gibi... Boğazımda bir yumru bırakmıştın. Sanki, sanki kalbim o an durmuştu, Zeynep. Ne kadar da garip.

Seninle olan hiçbir şey normal değildi. Görmediğim saçlarına aşık olmuştum. Ah, o hastalık... Senden saçlarını aldığı gibi, benden de seni aldı. Bu hayatta gelmiş geçmiş en güzel kadını aldı dünyadan. Ve dünya, ağladı o gün.

Sonra gecelerim gündüzüme karıştı. Sen o gün yanımdan geçip gittikten sonra, seni düşlemeden bir dakikam geçmedi. Ah kafam, o an ne diye peşinden gitmemiştim ki?

Yine tuhaftır ki, bir yıl sonra aynı ağacın altında otururken, seni görmüştüm. Güneşin altında dolaşan ölü bir beden gidiydin. Kalbim acıyla burkulmuştu. Sonra yanına gelmiştim ya hani, yüzüne bakmıştım, doya doya, şimdi anlamıştım da, doymamışım ben sana.

Sana söz verdiğim gibi Zeynep, bu yaz sana mektup yazıyorum. Yine o ağacın altındayım. Kuşların cıvıltısını dinliyor, denizi izliyorum. Lütfen kızma ama, ağlıyorum.

Sözcükler bana ihanet etmemişti o gün, Zeynep. Seni çağırmıştım o ağacın altına. Konuşmuştuk bir süre, sesin hala zihnimde. Gözlerinin altında oluşan o morluk, yüreğimi dağlarken, gülümsemiştim sana. En acısı da buydu ya.

Güzel zamanlar her zaman hızlı geçer derler, o an da öyleydi. Zaman bize ihanet etmişti o gün. Şimdi ise günler geçmek bilmiyor, Zeynep.

Bu mektubu yazmak istemiyordum. Çünkü bu mektubu okuyacak bir Zeynep yoktu dünyada. Hayat bana verdiği aşka bedel olarak, seni almıştı benden. Ve bir kalp kırıklığı bırakmıştı ardından.

Elini tutamamıştım ya, bu yüzden içimde bir ukde kalmıştı. Nelerimi vermezdim ki o elleri tutmak için, seni bir kere daha görmek için.

Seni ilk gördüğümde, aylardan temmuzdu. Acıdır ki seni son gördüğüm ay da temmuzdu. Bu yüzden istemiyorum temmuz ayının gelmesini, Zeynep. Kalbim sıkışıyor. Her gün tekrar tekrar ölüyor gibi oluyorum. Sen söyle bana Zeynep: Bu acı geçecek mi?

"Her temmuz bana, bu ağacın altında mektup yazar mısın?" demiştin, gitmeden hemen önce. Oysaki telefon numaranı da vermiştin.

Seni bir daha görmedim. O gün akşamı esen sert rüzgardan anlamalıydım bunu. Başımı yastığa koyarken yüzümde aptal bir gülümseme vardı. Son gülümseyişim olacağını bilmiyordum, Zeynep.

Aylar geçti, bedeninin kara toprağa gömüldüğünü öğrendim, o ağacın altında. Biliyor musun? Aslında yalnız değildin, kara toprağa verildiğinde. Bende seninle birlikte gömülmüştüm, haberin yoktu.

Şimdi ise karşıdan karım bana doğru geliyor. Evet, evlendim. Siyah saçlı, buğday tenli, ela gözlü bir kadınla. Çok güzel bir kadın o Zeynep ama ben seni seviyorum. O bunu bilmiyor. Her ikinize de ihanet ettiğim için üzgünüm, Zeynep.

Bir sonraki temmuzda tekrar bu ağacın altında, kucağımda çocuğumla sana yazacağım, Zeynep. Söz veriyorum.

BİR SONRAKİ TEMMUZWhere stories live. Discover now